31 Temmuz 2016 Pazar

Kemik Erimesi (Osteoporoz)


Bu hastalık halk arasında kemik erimesi, tıpta ise osteoporoz olarak adlandırılmaktadır. Kemik erimesi kişilerin kemiklerinden bulunan bazı dokuların yavaş yavaş azalmasından dolayı, kemiklerdeki dayanıklılığın yok olması sonucu oluşmaktadır. Eğer bir kişide kemik erimesi yüksek şekilde seyrediyorsa, bu kişideki kemiğin kırılganlığının da yüksek olması demektedir. Kemik kırılganlığının başlamasından hemen sonraki evre ise, kemik erimesidir. Kemik erimesi hastalığını önleyebilme imkanımız vardır. Çünkü kemiklerin yapıları kendini devamlı olarak yenileyebilen doku özelliğine sahiptirler. Kişilerdeki kemik yoğunluğu 35 yaşına kadar ne kadar çok arttırılır ise, ilerleyen yaşlarda olası kemik erimesi hastalığını en düşük seviyede tutabilme olanağı doğmaktadır ve böylece kemik erimesi hastalığını engelleyebiliriz.

Kemik Erimesi Kimlerde Görülür?
Kemik erimesi hastalığı bayanlara nazaran erkeklerde çok nadir olarak görünmektedir. Bayanlarda daha çok görülen osteoporoza yakalanma riski sıklıkla şu gruplarda görülmektedir.
  • Menopoza giren kadınlar
  • Yapay menopoza veya erken menopoz giren kadınlar
  • Testosteron miktarı azalan erkekler
  • Genetik olarak ailede bu hastalığın olması
  • Kafeinin çok fazla tüketimi
  • D vitamini eksikliğine sahip kişiler
  • 50 yaş üzeri erkek ve bayanlar
  • Tiroid ve kanser ilaçlarını aşırı dozda kullanan k imseler
  • Uzun süreli felçli kimseler,tiroid,kanser ve şeker hastalığına sahip olan kişiler
yüksek derecede risk grubuna girmektedirler.
Kemik Erimesinin Belirtileri Nelerdir?
Osteoporoz hastalığına yakalanan kişilerde belirtiler genellikle aynıdır. Bu belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz.
  • Kalça kemiği kısmında oluşabilecek olası kırıklar
  • Bilek kısmında oluşan kırıklar
  • Kişilerde boy kısalması
  • Omur bölgesi kısmında kırıklık
  • Sırtın kamburlaşması ve omuzda yuvarlaklaşma
Kemik Erimesini Nasıl Önleriz?
Osteoporoz yani kemik erimesi hastalığı, bir çok hastalık gibi yavaş seyreden sinsi bir hastalıktır. Erken teşhis diğer hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da önemlidir. Eğer erken teşhis yapılmaz ve geç kalınırsa, sakatlık ve ölüme yol açabilir. Bu hastalığı önlemenin en önemli yolu, 35 yaşına kadar kemik yoğunluğunu en üst seviyede tutmaktır. Ayrıca aşağıdaki maddeler kemik erimesini önlemenize yardımcı olacaktır.
  • Süt ve süt ürünleri düzenli olarak tüketilmelidir.
  • Bol meyve ve sebze yenmelidir.
  • Güneş ışığından gerektiği düzeyde faydalanılmalı, günlük olarak en az 20 dakika vücudumuza almalıyız.
  • Günde en az 30 dakika egzersiz yapılmalıdır.

Bulaşık Makinesinin İcadı


Özellikle bayanların ve bekar erkeklerin işine çok yarayan bulaşık makinesinin nasıl icat edildiğini merak ettiniz mi? Sizin için araştırdık ve ilginç bilgilere rastladık. Bulaşık makinesinin icat edilmesi, 19. yyda Amerika kadınların dolaylı şekilde isyan etmesine dayanmaktadır. 19. yyda Amerikalı kadınlar bulaşık yıkmak istemiyorlardı. Bulaşık için harcadıkları zamanlarını, sosyal aktiviteler için kullanmak ve zamanlarını eğlenerek geçirmek istiyorlardı. Bu yüzden, Amerikalı kadınlar, sosyal hayata daha fazla önem vermek için, temizlikçi kadın tutarak, ev işlerini onlara yaptırıyorlardı. Fakat temizlikçi kadınların, yemek takımlarını önemsemedikleri ve devamlı olarak kırdıklarından bir çoğu şikayetçi idi. Bunun sonucunda, bulaşık makinesi gibi bir çok proje ve fikir, Amerikalı kadınlar tarafından geliştirildi.

Bulaşık makinesinin patentini ilk olarak Josephine Cochran 1885 yılında almıştır. Cochran’ın icat ettiği makinenin çalışma mantığı çok basitti. Makinenin çalışma mantığı ise şöyleydi. Alt kısımda iki adet silindir bulunmaktaydı. Bu silindirden, makinenin iç kısmına su ve sabun pompalanıyordu. Pompalanan suyun, tekrar pompalanması içinse, makine içinde bulunan emici silindirler bulunuyordu. Bu silindirler, suyu geri çekerek, devir daim yolu ile tekrardan makinenin içine pompalıyordu. Evler için icat edilen makinenin yan kısmında bir kol bulunmaktaydı. Bu kolun çekilmesi ile birlikte makine çalışıyordu. Daha büyük işyerleri için üretilen makinelerde ise, buhar gücü kullanılıyordu. Düzenlenen bir fuarda makineyi tanıtan Cochran, ismini herkese duyurmaya başladı. Makinenin üretimini ve pazarlamasını kendisi yaparken, bir çok kişinin evine ve işyerine bulaşık makinesini soktu. Böylece bulaşık makinesini ilk icat eden kişi olarak tarihe geçmiştir.

Sudan Devleti



  Afrika'nın doğusundaki Sudan'ın kuzeyinde Mısır, doğusunda Kızıldeniz ve Habeşistan, güneyinde Kenya, Uganda ve Kongo olup, batısında da Çad ve Libya devletleri bulunur. Halkının %82'sini Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerine mensup Müslümanlar oluşturur. Başkenti Hartum-Omdurman (Ümmü Derman) şehri olup, resmi dili Arapça ve İngilizcedir.

  Hazreti Ömer devrinde Mısır fethedildikten sonra Müslümanlar, güneye doğru yayılmaya başladı. Hazreti Osman devrinde, Mısır Valisi Abdullah bin Saad bin Ebi Serh kumandasındaki bir İslam ordusu Sudan'a karşı savaş ilan ederek Sudan'daki Dangola hükümdarını bir hayli sıkıştırdı. Neticede, 600 yıl kadar sürecek olan bir barış anlaşması, 652 yılında imzalandı. Bu anlaşma gereğince Dangola sultanı, ülkesindeki Müslümanları himaye edecekti.

  1272 yılında Sudan'daki krallık, Mısır ile bozuşunca Sudan kralı, Mısır'daki Kölemenler devletine taarruz etti. Fakat, yenilgiye uğrayarak geri çekilmek mecburiyetinde kaldı.

  1316 yılında Sudan Kralı Abdullah bin Sanbu, İslam dinini kabul ederek ülkeye Müslüman Arapların gelip yerleşmelerine müsaade etti.

  1820 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Sudan'a bir ordu sevkederek ülkeyi zapt ve Hartum şehrini başkent yaptı. Sonra ülkeyi muhtelif bölgelere ayırarak her bölgeyi birer müdür ile idare etmeye başladı.

  Mehmet Ali Paşa'nın vefatından sonra, ülkenin sosyal durumu oldukça bozuldu. Bundan dolayı Sudan'da lağvedilen köle ticareti yine yapılmaya başlandı.

  1874 yılında Mısır hıdivi İsmail Paşa, güney Sudan'ı ıslah etmek için buraya, İngiliz generali Gordon'u vali olarak gönderdi. Gordon, ülkede birtakım ıslahat hareketlerine hemen girişti.

  1881 yılında Sudan'da Muhammed bin Ahmet adında Kadiri tarikatına mensup bir dini lider, Mehdi olduğunu ilan ederek Mısır'a ve dolayısıyla Türk idaresine karşı ayaklandı. Üzerine gönderilen bir Mısır ordusunu yendikten sonra 1883 yılında Batı Sudan'a hakim oldu. Sonra isyanı, doğu Sudan'a sıçrattı. Mehdi'nin kuvvetleriyle Hartum'da çarpışan General Gordon öldürüldü. Bunun sonunda Sudan'daki Mısır kuvvetleri teslim oldu.

  Mehdi Muhammed bin Ahmet, 1885 yılında vefat edince, yerine oğlu Abdullah bin Muhammed geçti.

  Mısır'a hıdiv olan 2. Abbas Hilmi Paşa, 1896 yılında İngiliz generali Kitchener kumandasında bir Mısır ordusunu Sudan'a sevketti. Bu ordu, Dongola'yı geri almaya muvaffak oldu. Sonra, Abdullah bin Muhammed'in üzerine hücum ederek, 1899 yılında onu, Ümmü Derman şehri önlerinde bozguna uğratıp kaçırttı. Ve Abdullah'ın peşini takip ederek aynı yıl içinde Abdullah'ı öldürttü.

  1899 yılında Mısır ve İngiltere, aralarında bir anlaşma yaparak Sudan'da müşterek bir idare kurdular. Bu idare, 1924 yılına kadar iş gördü. Bu yıl, Sudan genel valisi olan İngiliz, Kahire şehrinde öldürülünce, Sudan'da tekrar karışıklıklar çıktı. Bunun üzerine Mısır askeri Sudan'dan tamamen çektilerek buraya İngilizler yerleşti.

  1936 yılında Mısır ile İngiltere arasında yapılan bir anlaşma ile Sudan'da refahın sağlanmasına karar verildi. Bunun sonucu olarak 1938 yılında Sudan'da ilk siyasi parti olan Mezunlar Kongresi kuruldu.

  Daha sonra 1944 ile 1951 yılları arasında mahalli hükümet meclisleri ihdas edildi. Böylece idarenin Sudanlılaşmasına çalışıldı. Bu zaman içinde Sudan'da bulunan Mirgani tarikatı ile Mehdi tarikatı arasındaki rekabet de hızla artmaya başladı.

  Neticede iki tarikat mensupları, 1951 yılında birbirleriyle çatışmak mecburiyetinde kaldılar. Bundan istifade eden Mısır Kralı Faruk, aynı yıl içinde Mısır'ın Sudan üzerinde hakimiyeti olduğunu iddia ederek, İngiltere ile yapılan 1936 Dostluk Anlaşmasını tek taraflı olarak bozduğunu ilan etti. Mısır parlamentosu da Kral Faruk'u, Mısır ve Sudan kralı olarak kabul ve ilan etti.

  Bu değişikliği İngiltere kabul etmedi. Mısır'a, 1899 müşterek anlaşması gereğince hareket etmelerini teklif etti. İki taraf bu mevzuda da anlaşamayınca, iş uzamaya başladı. Fakat, 1952 yılında Mısır'da yapılan bir ihtilal Faruk iş başından uzaklaştırılınca, yerine gelen yeni hükümet, İngiltere'nin isteğini kabul edip, iki tarafın kontrolü altında Sudan'da seçimlerin yapılmasına karar verdiler. Ve 1953 yılında Sudan'da seçimler yapıldı. Ertesi yıl, yani 1954 yılında ilk parlamento açıldı. Seçimi kazanan partiyi beğenmeyen Mehdi tarikatı, başkente doğru yürüyüşe geçti. Bu durum karşısında iktidar, kurnazlığa başvurarak müstakil bir siyaset yolu takip etti.

  1955 yılında İngiliz ve Mısır planları bir kenara itilerek, Sudan'da bağımsızlık ilan edildi. O zamana kadar Sudan'ı işgal altında bulunduran her iki ülke, bu durum karşısında hiçbir şey yapamayarak askerlerini Sudan'dan geri çektiler. Nihayet 1 Ocak 1956 tarihinde Sudan, resmen bayrağını semalarda dalgalandırdı. Ve aynı yıl, bütün siyasi partilerden kurulu bir hükümet meydana getirilerek siyasi çatışmalardan doğan ekonomik düzensizlik giderilmeye çalışıldı. Bu hal iki yıl kadar devam etti.

  Ülkede, Mehdi ve Mirgani taraftarları iç meseleler ve dış siyaset bakımından çatıışma halini hala devam ettirdiklerinden hükümet, 1958 yılında iktidarı orduya devretmek mecburiyetinde kaldı. Siyasi karışıklıklardan bezen halk, bu hareketi olumlu karşıladı. İş başına gelen askeri hükümet, ilk iş olarak dış siyasette bağımsızlığını ilan etti. İçte de siyasi partilerin hepsini kapattı.

  Askeri hükümet, 1959 yılında Asuan Barajı'ndan istifade etmek için Mısır ile bir anlaşma yaptı.

  1969 yılında, Sudan'da iş başında bulunan askeri idare işbaşına geldiğinden beri, geçen 11 yıl içinde pek bir şey yapamadığından, ülkede yeni bir ihtilal yapılarak sosyalist düzen kurmak isteyen subaylar idareyi ele aldılar.

  1971 yılının Temmuz ayında komünist subaylar, sosyalistlere karşı bir ihtilal hareketine girişerek, ancak üç gün kadar Sudan'a hakim olabildiler. Üç gün sonra, eski ihtilalciler mukabil bir darbe ile komünistleri işbaşından uzaklaştırıp tekrar idareyi ellerine aldılar. 1969 yılından beri iktidarı elinde tutan Cafer En-Numeyri yine başkan olarak Sudan'ı idare ettirmektedir.

Somali Cumhuriyeti


  Halkının hepsi Şafii mezhebine mensup Müslümanlardan olan Somali cumhuriyetinin kuzeyinde Aden körfezi, doğusunda Hint Okyanusu, güneyinde kısmen deniz ve kısmen Kenya, batısında da Kenya ve Habeşistan devletleri bulunur. Hükümet merkezi Mogadişu şehri olup, resmi dili İngilizce, İtalyanca ve Arapça'dır.

  Somali devletinde İslam dini, 7. yüzyılda yayılmaya başladı. Bu yüzyılda kurulan Zeyla (Zeila) sultanlığı, önce küçük bir İslam devleti iken, sonraları büyüyerek 13. yüzyılda Adul İmparatorluğu adını aldı.

  Bu imparatorluğun en kuvvetli hükümdarı olan İmam Ahmed bin İbrahim Gazali (1528-1543), Habeşistan'ı sıkıştırdığında, Habeşistan hükümdarı Portekizlilerden yardım istedi. 1541 yılında, Portekizliler ile Habeşistanlılar, Adul İmparatoru İmam Ahmed'i mağlup ederek Habeşistan'ın rahat bir nefes almasını sağladılar.

  İmam Ahmet, 1453 yılında vefat edince, imparatorluk dağıldı. Zeyla ve diğer yerler Yemen'in idaresine geçti. Ülkenin alt kısımları Zengibar'a tabi oldu. İç kısımlarda da ufak tefek Somali beylikleri kuruldu.

  1839 yılında İngilizler, Aden sömürgesini kurunca, Yemen'le, daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu'na ismen bağlı olan Zeyla ve Tajora hakimleri ile bir anlaşma yaptılar. 1869 yılında Süveyş Kanalı açılınca, Kızıldeniz'in Hint Okyanusu'na açılan bu boğaz kısmı önem kazandı. O zamanki Mısır hıdivi İsmail Paşa, Sudan'a bir ordu göndererek, Kisimaio'ya kadar bütün Somali sahillerini işgal etti. İngilizler, Aden'in karşısında bu yerlerin işgalini mecbur tanıdılar.

  1811 yılından sonra Sudan'da çıkan Mehdi isyanının yayılması karşısında Mısır, Somali'den çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada İngilizler, Somali'deki kabileler ile anlaşmalar yaparak kuzey Somali'yi idareleri altına aldılar. Fransa da, 1885 yılında Tajora sultanı ile bir anlaşma yaparak Fransız Somalisi'ni kurdu.

  1880 yılından beri Somali'de gözü olan İtalyanlar ise, Zengibar sultanı ile bir anlaşma yaparak Hint Okyanusu kıyılarındaki Mogadişu ve diğer Somali şehirlerini himayeleri ve kontrolleri altına aldılar. Sonra, bu bölgedeki Somalili liderle de anlaşarak İtalyan Somali'si kurdular.

  1899 yılında Somalili Muhammed bin Abdullah Hasan adındaki bir lider, Somali'deki sömürgecilere karşı ilk isyan bayrağını çekerek istiklal davası uğrunda uzun mücadelelere girişti. Bu mücadele, tam 21 yıl kadar sürdü. 1920 yılında Muhammed bin Abdullah Hasan, nihayet mağlup edildiği zaman, her Sudanlının kalbinde vatan aşkı ve istiklal ve hürriyet sevgisi uyanmıştı.

  1939 yılında İkinci Dünya Savaşı çıktığında, Habeşistan'daki İtalyan kuvvetleri, bütün Somali'yi işgal ettiler. Fakat iki yıl sonra İngilizler, İtalyanlardan Somali'yi geri aldılar. Böylece İtalyan ve İngiliz Somalisi, İngiliz askeri idaresi altına girerek birleştirildi.

  1950 yılında Birleşmiş Milletler, İtalya Somalisini himayesi altına almasına rağmen, burayı yine İtalyanlar idare etmeye başladılar. İngiliz Somalisi de İngiltere'nin elinde kaldı. Her iki Somali, sömürgeci milletlere arzu ettikleri menfaatleri temin etmediklerinden, 1960 yılında mecburen birleşerek bağımsızlığına kavuşturuldu. Ve aynı yıl içinde Somali Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere üye oldu.

Sierra Leone Devleti


  Sierra Leone cumhuriyeti, Batı Afrika'nın deniz kıyısındadır. Kuzeyinde ve doğusunda Gine, güneyinde Liberya ve batısında Atlas Okyanusu vardır. Başkenti Freetown şehri olup, resmi dili İngilizcedir. Ancak halk, Mandi ve Temni kabilelerinin dilleri ile konuşur. Ülkenin yüzde 65'i Müslüman olup, Maliki mezhebindedir.

  Sierra Leone cumhuriyetinin tarihi yoktur. Yalnız, Sierra Leone bölgesi, 18. yüzyılda Futah İslam devletinin bir bölgesi idi. Sierra Leone devletinin hakkında bilinen bilgi, 18. yüzyıldan itibaren başlamaktadır.

  Sierra Leone devletinin bulunduğu bölgeye 1462 yılında ayak basan Portekizli kaşif Pedro Sintra, bu bölgeye Sierra adını verdi. Ondan sonra Portekizliler ve İngilizler burada, köle ticareti yapmaya başladılar.

  1787 yılında İngilizler, Sierra bölgesinin ıssızlığını gidermek için buraya beş yüz kadar siyahi ve Avrupalı getirdiler. Böylece Sierra'da bir müstemleke kurdular.

  1791 yılında, Sierra'nın nüfusunu artırmak için buraya tekrar binden fazla siyahi getirdiler. 1807 yılında İngiltere, köle ticaretini yasaklayınca, İngiliz gemicileri, ellerindeki köleleri buraya getirip bıraktılar. Böylece o zaman ülkenin tek şehri olan Freetown'da, nüfus süratle artmış oldu. Ve çeşitli milletlerden bir halk tabakası meydana geldi. Bu tabaka zamanla melezleşti.

  1873 yılında İngilizler, Sierra Leone'nin iç kısımlarındaki Kalafa denilen İslam bölgesini işgal ettiler. Buna karşılık Fransızlar da Futahjalon'daki Timbo İslam bölgesini ele geçirdiler.

  1898 yılında İngiltere, Fransa ile anlaşar Sierra Leone bölgesini idaresi altına aldı. Bundan sonra, Sierra Leone halkı, ayaklanmasın diye ülkeyi on dört bölgeye ayırdılar. Her bölge bir kabile reisi idaresi altında idi. Bu reislere ülkenin idaresinde ihtiyarlar meclisleri de yardımcı oldular.

  Zamanla Sierra Leone ülkesine dışarıdan gelenlerin tahsil gören çocukları, ülkenin idaresini ellerine aldılar. Bu zümreye Kreoles deniliyordu.

  1956 yılında, kendisini köylüden üstün sayan ve onlara karşı vurdum duymaz bir şekilde davranan Kreoles'e karşı köylüler ayaklanarak birçok haklar elde ettiler.

  Sierra Leone, 1961 yılında bağımsızlığını kazanarak, İngiliz Milletler Topluluğu'na katıldı. 27 Eylül 1961 tarihinde de Birleşmiş Milletler'e üye oldu.

  Bugün Sierra Leone'de on üç kabile vardır. Her kabile ayrı bir dil konuşur. Müslümanlar çoğunlukta olmalarına rağmen, kültürce kasten geri bırakıldıkları için idare adamlarının çoğu Hristiyanlardandır. Meclisinde yirmi iki üye olup, bunlardan ancak beş tanesi Müslümandır.

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Huzursuz Bacak Sendromu


  İlk defa 17. yüzyılda adı konulan Huzursuz Bacak Sendromu, oldukça çok görülen ve uyku bozukluğuna yol açan bir hastalıktır. Bacaklarda rahatsız edici hisse karşı önlenemez bir hareket etme ihtiyacı vardır. Genellikle dinlenirken semptomları görülür ve hareket edince ortadan kalkar. İdyopatik ve semptomatik olarak ikiye ayrılmakla beraber en sık görüleni idyopatiktir. Bu hastaların birinci dereceden yakınlarının %50'sinden fazlasında bu rahatsızlık vardır.

  Belirtileri şu şekildedir;

  •  Bacaklarda rahatsız edici his ve hareket etme isteği
  •  İstirahat sırasında bu durumların artışı 
  •  Hareket halindeyken bu hislerden sıyrılmak

Her iki bacakta da, bazen tek bacakta çok nadir de olsa bazen sadece kollarda bulunur. Bazen ise herhangi bir his olmamasına rağmen sadece ayakları hareket ettirme isteği mevcuttur. Diğer rahatıszlıklardan farkı hareket halinde değilken bunların yaşanmasıdır. Geçici bir kurtuluş olarak sert bir zemine vurmak yahut ayakları ovuşturmak yardımcı olabilir. Hastalığın ileri boyutlarında gündüz de ortaya çıkar. Ciddi anlamda uykuyu olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Bazen uyanıp semptomlar giderildikten sonra uykuya dalma görülebilir.

  Huzursuz Bacak Sendromu tedavisine gelecek olursak eğer;

  Öncelikle bu hastalar kafein ve alkolden kesinlikle uzak durmalıdır. 

  Altında yatan sebep bulunursa tedavisi de daha verimli olacaktır. 

  Tedavisi ilaç tedavisi şeklinde olur.


No Poo Nedir?



  Yurtdışında şampuanlara karşı ''No Poo'' akımı çığ gibi büyüyor. Bu kişiler şampuan ve sabun kullanmıyor. Temizlik için sadece su, karbonatlı su ve elma sirkesi tercih ediliyor.

  İngiltere'de bir güzellik uzmanı, 2 yıldır şampuan kullanmaması sonucu saçlarının çok daha kaliteli ve sağlıklı olduğunu belirterek bu tartışmayı başlattı.

  No Poo hareketinin üç temel inanışı var. Birincisi, şampuan nüfuz etmemiş saçların uzun dönemde kendi kendini temizlediği savı. İkincisi, doğayı korumak adına birçok kimyasal bulunduran şampuandan vazgeçilmesi. Üçüncü sebep ise yüksek fiyatlara sahip saç bakım ürünlerinin cebi zorlaması.

  İnternet ortamında deneyimlerini aktaran kullanıcıların belirttiklerine göre; İlk hafta saçlar yağlı gözüküyor. Bunun önüne geçilmesi için soğuk duş tavsiye ediliyor.

  İkinci hafta birinci haftaya göre daha iyi olsa da saçlar yine de bakımsız gözüküyor.

  Yaklaşık 1 aydan sonra ise saçlar artık hiç olmadığı kadar sağlıklı ve iyi gözüküyor.

  Bu şekilde kimyasal maddelerden arınmakla kalmıyor saç bakım ürünleriyle hedeflediğiniz sağlıklı, kaliteli ve estetik görünüme sahip oluyorsunuz.

Vajinismus Nedir?



  Vajinismus; kadın cinsel eylemine izin vermeyecek şekilde vajinal kaslarının kasılmasıdır.

  Türkiye'de yaklaşık olarak %10 dolaylarında kadın bu rahatsızlığı yaşamaktadır. Öyle bir sıkıntı ki, sadece kadına ait rahatsızlık olmaktan çıkıp, çiftleri çaresiz hissettiren, ilişkilerini bozan, bazen de evlilik hayatını sonlandırmaya kadar götüren ciddi bir problemdir. Bu kadar ciddi olmasına karşın Vajinismus'un tedavisi çok basittir. Tedavisi %100 mümkündür. Aynı zaman da kolaydır.

  Vajinismus'un temelinde performans anksiyetesi yatar. Çünkü performans anksiyetesi yaşayan bir kadın her seferinde ben yine başaramayacağım, ilişkiyi gerçekleştiremeyeceğim korkusu taşır. Ve bu korkuyla yatağa girdiğinde olumsuz düşünceler, olumsuz duyguları meydana getirir. Olumsuz duygular da kaçınma davranışını tekrar ettirir. Tek sebebi bu olmamakla birlikte performans anksiyetesi, vajinismus hastalığını ciddi anlamda tetiklemektedir. Rahatsızlığınız bu duruma bağlı ise mutlaka bir cinsel terapiste gidiniz.

  Vajinismus'u asla bir kader olarak görmeyin.

  Aslında vajinismus için hastalık yerine problem ifadesi kullanmalıyız çünkü problem %95 psikolojiktir. Ön sevişmede herhangi problem çekmeyen bireyin, cinsel ilişki esnasında gerilmesi, kasılması, endişe duyması durumudur.

  Cinsel bilgi eksikliği, cinselliğin yanlış algılanması, katı ahlak kuralları gibi çevresel nedenlerle kadın bilinçaltında oluşan yanlış düşüncelerin vuku bulmasıyla vajinismus oluşur. %5'de olsa anatomik kaynaklıdır.

  Bir an önce tedaviye başlamak çift açısından çok önemlidir. Ertelemek ilişkileri bozacaktır. Siz istedikten sonra çok kolay çözüme ulaşılabilecek bir problemdir vajinismus.

 
 

 

 

 

 

Mustafa Sibai Kimdir?


  Suriyenin Humus kentinde 1915 yılında doğan Sibai tanınmış bir ailenin çocuğuydu. Bir çok bilgini yetiştiren bu aile Suriye'de olumlu etkinliğiyle dikkatleri çekmiştir. Humus'un Camii Kebir'inde hatiplik görevini yürüten dedesi ve babası, Suriye'de böylece büyük bir ilim çevresinin üyeleri olarak küçük Sibai'nin geleceğini belirleyen ortamı da hazırlamışlardı. Babası çeşitli mezheplere mensup bu bilginlerin geleneksel münakaşa ve münazaralarını, bir ilim adamının ihtiyaç duyacağı muhakeme ve ilgi alanını belirlemek için, küçük Sibai'yi bu kültür eğitiminin içinde bulundurmaya özen gösteriyordu. Babası Haseni Sibai, özgürlük savaşlarında Fransızlara karşı kahramanca karşı koymuş, ulusal bilincin, gerçekte nereden kaynaklanması gerektiği, hangi düşüncelerin ve inanışların yönlendirilmelerine terkedilmesi konusunda alabildiğine yararlı örnekler verdi. Küçük Sibai'nin değişik siyasal ortamda bu ahlaki özellik ve mücadele karakterini, İslam dünyasının ihtiyaç duyacağı bir kültür birikimi desteğinde uygulamaya koyacağı muhakkaktı.

  Kur'an'ın hayata yön veren biricik fitri kaynak olduğuna inanmış bir ailenin ve babanın çocuğu olarak Sibai, eğitimine Kur'an'ı ezberleyerek başladı. Çocukların geleceklerini belirleyen ilk eğitimini babasının öncülüğünde yürüten Sibai, Mesudiye ilkokulunu bitirip Şer'i liseden diploma aldığı yıl tarih 1930'u gösteriyordu. Birincilikle bitirdiği bu lise yaşamı, bitmez tükenmez bir enerjinin harekete geçirdiği bu genç delikanlıyı hocalarına ve arkadaşlarına sevdirirken, arasıra babasının yerine Cami-i Kebir'de hutbe okuması da, reddedilmesi mümkün olmayan bu yeteneği dolayısıyla da halkça sempatiyle karşılaşnmasına yol açacaktı.

  Liseden sonra 1933 yılında Mısır'ın El-Ezher'ine kaydını yaptırdığı zaman hiç kimse üniversitenin Fıkıh bölümüne kaydını yaptırıp, en kısa zamanda bitiren, sonra da Usulünddin Fakültesine devam eden bu öğrencinin zekası ve ilim iştilakiyle ilgili bir tahminde bulunabilmiş değildi. Gerçi hocaları, öğrenci arkadaşları tahminleri davet eden bir kişiliğin karşısında bulunduklarını anlamış, ona büyük ilgi göstermişlerdi. Bu büyük ilginin sonucunda İslam Kadifikasyon ve tarihi konusunda doktorasını yaptı. ''İslam Hukukunda İslam'' kitabı ile doktorasını yaptı. İlim heyetince alabildiğine ilgiyle karşılanan bu eser, Sünnet tarihinin yanı sıra sünnete karşı saygısızca tavır alanların, gerçekte bu saygısızlıklarının nereden kaynaklandığı, karşı tavırlarını yönlendiren itici gücün ne olduğunu belirlemektedir. Sünnetle ilgili çalışmalarda bulunanların ellerinden düşürmediği bu eserin günümüzde de canlılığını sürdürmüş olması, yazarın konuları işleyişindeki yetkinliğine ve olgunluğuna borçludur dense yeridir. Bir çok yazar ve düşünür tarafından İslam kültür tarihi içinde, alanında benzersiz olarak takdim edilen bu eser, yazarın en dikkate değer eseri olarak fonksiyonunu icare etmeyi sürdürmektedir. Eğitimin hayatımızda tuttuğu yerin anlamını pratik yaşamında da gösteren Sibai, Humus'taki hocalık görevinden sonra Şam'da, devlet eğitiminin yetersizliği ve amacından saptırılışı dolayısıyla özel bir lise açtı. Yönetimini İslam uygarlığı derneğine verişi dolayısıyla, bu lisenin adı İslam Arap Koleji oldu. Bu kolejin ilk müdürü olan Sibai, Suriye'nin kültür hayatında alabildiğine etkinliği olacak bir çok genç aydının yetişmesine öncülük etti. Kolejin olumlu faaliyetleri Suriye'nin diğer kentlerinde de aynı standartta okulların açılmasına neden oldu.

  1950 yılında Şam Üniversitesinde profesöz ünvanını alan Sibai, üniversitenin hukuk fakültesine öğretim üyeliğini sürdürdü. Daha sonraki yıllarda aynı üniversiteye bağlı olmak kaydıyla bir Şeriat fakültesi kurma çalışmalarına giren Sibai, karşılaştığı büyük engellere rağmen 1955 yılında sözünü ettiğimiz bu fakültenin kurulmasını sağladı. İlk dekanlığını da üstlendiği bu fakülte daha sonra Suriye'nin İslami yönelişlerinde olumlu ve vazgeçilmez etkinlikleri bulunduğunu gösterecekti. Aynı fakültenin bünyesi dahilinde İslam Fıkhı Enstitüsü'nü kuran Sibai, öğrencilerin sadece kuru bilgilerle yetinmelerinin bir anlam ifade edemeyeceği gerçeğinden yola çıkarak, bu bilgilerin yanısıra, bilgileri diri tutacak ruhun, arayışın ve mücadelenin de bulunmasını sağlayacak bir ortamın hazırlanması konusunda da öğrencilere önderlik etti.

  Bu ara yayın hayatıyla da sorumluluklarını yerine getirmekten geri kalmıyordu. Yayınladığı ''El-Menar'' gazetesi okuyucular tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, günlük yazıları hararetle izlenmiştir. 1949'daki ihtilal gazetenin kapanmasına yol açtı.

  Daha sonra arka arkaya ''El-Şihab'', ''El-Müslimun'', ve ''Hadarat-ül İslam'' dergilerini yayınlayan ya da yayınında etkinliği olan bu dergilerde, İslami gerçekleri ciddi bir espriyle ele almaya çalıştı.

  İlmi heyetlere başkanlığı dolayısıyla Türkiye'nin yanısıra çoğu batı ülkelerine gezilerde bulundu.

  Filistin savaşında Suriye'yi baştan aşağı dolaşarak, mücadele ruhunun ne demeye geldiğin ortaya koydu. Savaşta doğrudan doğruya kendisinin de bulunmuş olması, cephelerde savaşmış olması, onun düşüncelerinin daha sıcak bir ilgiyle karşılanmasına neden oldu.

  Mısır'da faaliyetlerini yoğunlaştıran ve Hasan El-Benna liderliğinde giderek gelişen ''İhvan el-Müslimin'' teşkilatını başlangıçta izleyen ve benzeri bir dernekle girişimlerini destekleyen tutumu, daha sonra Benna ile kurduğu samimi ilişkiler dolayısıyla daha sıcak bir bağlantıya dönüşmüştür. Suriye'de yönetiminde etkinliği olan derneğin adını Müslüman Kardeşler olarak değiştiren Sibai, artık bu teşkilatın Suriye'deki şubesinin faaliyetlerini denetleyecek ve Benna ile uzun sürecek bir ilişki ve bağlantı dönemine girecekti.

  Suriye'deki teşkilatın kendi belirlemelerine göre, diğer ülkelerdeki teşkilatlardan da daha büyük bir fonksiyon icra etmesi yadırganacak bir konu olmasa gerektir.

  Sibai hayatının sonlarına doğru bir sürü kitap, bir çok alanı kapsayan çalışmalaryla geleceğe kendisini rabtederken, bir tarafına felç gelmesini önleyebilmiş değildi. Buna rağmen çalışmalarını sürdürmüş, sorumluluğun çeşitli biçimlerde ve ortamlarda sürdüğünü ortaya koymuştur. 1964 yılında vefat ettiği zaman sevenlerinin ne denli çok olduğunu göstermişti.

  İslam dünyasının çeşitli yörelerine dağılmış bulunan müslüman bilgin ve eylem adamlarınca vefatı üzüntüyle karşılanan Sibai'nin geride bıraktığı çalışmaları, aramızda yaşayan en büyük yanıdır. Mevdudi, Nedvi, Muhammed Ebu Zehra, Malik Binnebi, Mustafa Zerka çeşitli yayın organlarında onunla ilgili yazılar yayınlanmış, ölümünün nice doldurulmaz bir boşluk meydana getirdiğini ifade etmişlerdir.

Senegal Cumhuriyeti


  Başlıca Tuvarık, Fulani, Volof, Mandingo ve Berberi kabilelerinden meydana gelen ve halkının yüzde 25'i şehirlerde oturan Senegal Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Moritanya, doğusunda Mali, güneyinde Gambiya ve kuzey batısında Atlas Okyanusu bulunur.

  Senegal Cumhuriyeti'nin başkenti Dakar şehri olup, ülkenin halkının yüzde 95'ini Maliki mezhebine mensup Müslümanlar teşkil etmektedir. Resmi dilleri Fransızca olmakla beraber, ülkede Arapça ve yerli dilleri de konuşulur.

  Senegal kelimesinin, kuzey Afrika'daki Sanhaca Berberi kabilelerinin isminden gelme olduğunu iddia edenler vardır. Eğer bu iddia doğru ise, İslam dininin buralarda 7. yüzyıldan itibaren yayıldığını söylemek doğru olur. Murabıtlar devletinin kuruluş hareketinin 1040 yılında aşağı Senegal bölgesinde başladığı tarihen sabittir.

  13. ve 14. asırlarda Senegal, Mali İmparatorluğu'nun bir parçası idi. Bu imparatorluk yıkılmadan önce Senegal bölgesini içine alan bir Joloj İmparatorluğu kuruldu.

 15. yüzyılda Portekizliler, Verde Burnu'na gelerek içeri girmek istedilerse de, halkın tepkisi karşısında geri dönmek mecburiyetinde kaldılar.

  1626 yılında Fransızlar, Senegal Nehri'nin ağzında ilk sömürgelerini kurdular. Fakat 1758 yılında İngilizler, Fransızların bu sömürgesini işgal etmeye muvaffak oldular. 1770 yılından itibaren Tukulor, Senegal'deki Fulbi kabileleri arasında İslamı yaymaya çalışarak 1776 yılında Fulbilerin tamamen Müslüman olmasına vesile oldu. Ve burada 1890 yılına kadar yaşayan bir devlet kurdu.

  1783 yılında Senegal, İngilizler tarafından Fransızlara devredildi ise de, bir müddet sonra İngilizler tekrar burasını zaptettiler.

  1817 yılındaki Paris Anlaşması gereğince Fransızlar, Senegal'i tekrar aldılar. Ve 1885 yılına kadar sahil kenarlarında kaldılar. Sonra bölgenin iç kısımlarına doğru ilerleyerek, sömürge hudutlarını genişlettirler. 1860 yılında Fransa, Senegal'de kendine mahsus bir idare düzeni kurmuştu. Bu düzeni devam ettirmek için 1924 yılında ülkeyi parçalama politikasını güttü. Bunun sonucu olarak Senegal'de Dakar bölgesi diye bir bölge ihdas etti.

  İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1946 yılında Dakar bölgesini Senegal bölgesi ile birleştirmek mecburiyetinde kalan Fransa, 1947 yılında seçim yaptırarak mahalli bir meclis kurdu. On yıl sonra da, yani 1957 yılında da Senegal'de ilk defa bir hükümet kurulmasına müsaade etti. Bu hükümet, 1958 yılında Fransız Milletler Topluluğu'na girdi.

  Senegal, 1959 yılında Mali Cumhuriyeti ile birleşti ise de, iki ülkenin idarecilerinin anlaşamaması sonunda, 1960 yılında birlik bozuldu. Ve Senegal, bağımsız bir devlet oldu. Aynı yılın 28 Eylül'ünde Birleşmiş Milletler'e üye oldu.

  1962 yılının cumhurbaşkanı, kendisi ile iktidar kavgası yapan başbakanı hapseder, Senegal'de cumhuriyetin devamını sağladı. 1981 yılının Kasım ayında Senegal, komşu ülke Gambia ile birleşerek bir federasyon oldu. Yeni federasyonun adı Senegal oldu.

29 Temmuz 2016 Cuma

Orta Afrika Cumhuriyeti

  

Orta Afrika Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Çad, doğusunda Sudan, güneyinde Kongo ve batısında Kamerun devletleri bulunur. Başkenti Bangiuri şehri olup, resmi dili Fransızcadır. Halkının yüzde 60'ı Maliki mezhebine mensup Müslümanlardan oluşur.

  Orta Afrika Cumhuriyeti'ne Müslümanlık, Çad ülkesinden girmiş ise de, 15. yüzyılda kuzey Afrika'dan gelen Muhammed Abdülkerim Magilli adındaki bir mürşid, burada İslam dinini yaymak için hemen hemen bütün ülkeyi dolaşmıştır.

  19. yüzyılın başlarında Libya'dan gelen Senusilerin ve Sudan'dan gelen Mehdi taraftarlarının gayreti ile Orta Afrika Cumhuriyeti bölgesinde İslam dini bir hayli yayıldı. Böylece halkının yüzde 60'ı Müslüman yapılabildi.

  1887 yılında Kongo'daki Fransızlar, Kongo arazisini genişletmek için Orta Afrika Cumhuriyeti bölgesine kadar yayıldılar. İki yıl sonra, yani 1889 yılında Bangiuri şehrine yerleştiler.

  Bir müddet sonra, 1906 yılında Fransızlar, Ubangi-Shari (Şari) denen bölgeyi Çad ile birleştirerek üç ülkeyi sömürge haline getirdiler. Dört yıl sonra, yani 1910 yılında Gabon, Kongo, Çad ve Ubangi-Shari bölgelerini birleştiren Fransızlar, buraya Ekvator Afrikası adını verdiler. Ve idare merkezini 1945 yılına kadar Ubangi-Shari'yi yaptılar. 

  İkinci Dünya Savaşından sonra, her tarafta olduğu gibi, Orta Afrika bölgesinde de milli hareketler kendini göstermeye başladı. Bunun neticesinde, 1957 yılında mahalli bir idare kurulark, 1958 yılında bölgenin adı Orta Afrika Cumhuriyeti oldu. İki yıl sonra, yani 1960 yılında bağımsızlığına kavuşan Orta Afrika Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler'e kabulü aynı yıl içinde olmuştur.

Nijerya Federal Cumhuriyeti



Nijerya Federal Cumhuriyeti'nin nüfusu yüzde 75'i Maliki mezhebine mensup Müslümanlardan teşekkül edip, İslam devletleri içinde istikbali en parlak devleterden biridir.

 Nijerya Federal Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Nijer ve Büyük Çöl, doğusunda Kamerun, güneyinde Gana Körfezi ve batısında da Dahomey devletleri bulunmaktadır.

 Başkenti Lagos şehri olmakla beraber, federal devletlerden kuzey bölgesinin başşehri Kaduna, batı bölgesinin İbadan, doğu bölgesinin de Enugu şehridir. Nijerya Federal Cumhuriyeti'nin resmi dili İngilizcedir. Fakat, ülke içinde pek çok kabile olduğundan, her kabile kendi dili ile konuşur. Bu arada Hausa dili de pek yaygındır.

 Nijerya Federal Cumhuriyeti'nin kuzeyindeki halk, tamamen Müslümanlardan meydana gelmiştir. Bu Müslümanların ekserisi, Nijerya'daki dört büyük kabile olan Hause, Fulani, Yoruba ve İbo kabilelerinden ilk ikisine mensupturlar.

 Nijerya Federal Cumhuriyeti'ne İslam dini, 7. asırda Büyük Sahra'dan gelen ticaret kervanlarının yerli halk ile temasları sonunda girdi.

 14. asırda, kendilerinin Nuh'un oğlu Ham'ın soyundan geldiklerini iddia eden Müslüman Fulani kabilesi, batıya, Senegal'e geçmeye başladı. Bu geçiş esnasında kabilenin bir kısmı, kuzey Nijerya'da iyi otlaklar bulduklarından yerli halk olan Hausalılarla uyuşup buralarda yerleştiler. 

 1486 yılında Portekizliler, gemilerle Nijerya sahillerine gelerek, sahil kıyılarında kendilerine ticaret merkezleri kurdular. Buna rağmen 16. asırda, doğudaki İslam memleketi olan Bornu devleti ile Nijerya'daki Hause Müslüman devleti, gayet müreffeh bir durumda idiler. Miladi 17 ve 18. asırlarda bu refah gittikçe yerini gerilemeye terketti. Bunda, kuzeydeki Afrika devletlerinin rolü büyük oldu.

  Bu arada 1553 yılında İngilizler, köle ticareti için buralara gelince durum değişmeye başladı. Sahil boyları, tamamen Avrupalılarla dolmaya başladı. Bu durum birkaç asır böylece devam edip gitti.

  19. asırın başlarında, yani 1804 yılında, Fulani kabilesi reislerinden Müslüman fakih olan Osman Dan Fodio, İslamın yolundan uzaklaşmakta olan halkı uyarmak için büyük çabalar sarfetti. Bu arada İhlaü's Sünne (Sünnetin Dirilişi) adında bir eser de yazdı. Birbirleriyle boğuşan Hausa kabilesi reislerini barıştırmaya muvaffak olarak onları bir idare altında birleştirdi. Kendisini, sulan ilan ettirip, Emirü'l-Mü'minin unvanını aldı. Sonra, putperestler arasında İslamı yaymaya çalıştı. Bütün Nijerya'yı, bir bayrak altında toplamak için çok gayret sarf etti.

  1830 yılında Nijer Nehri tamamen keşfedilince, ülkeye seyyahlar ve misyonerler dolmaya başladılar. 1861 yılında İngilizler, Lagos şehrini işgal edince, misyonlerler de faaliyetlerini hızlandırdılar.

  1898 yılında Franzılarla bir anlaşma yapan İngiltere, Nijerya'yı kendine sömürge yaptı. Sonra İngilizler, Fulani kabilelerinin reislerini kandırarak, 1900 yılında kuzey Nijerya'yı himayeleri altına aldıklarını ilan ederek buraya girdiler. Sonra da kuzey Nijerya'yı silah zoru ile müstemleke yaptılar.

  İngiltere, Nijerya'ya hakim olabilmek için 1900 ile 1914 yılları arasında burada geniş bir imar faaliyetine girişti. Yolar ve demiryolu yaptırdı. Lagos'ta büyük bir liman inşa ettirdi. Böylece, Nijerya'dan elde ettikleri mahsullerin dışarıya satılmasını sağladı.

  Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında çıktığı zaman İngiltere, kuzey ve güney taraflarındaki sömürgelerini birleştirerek buraya Nijerya sömürgesi adını verdi. Ve sömürge halkından bir ordu kurarak doğudaki Alman sömürgesi olan Kamerun'a saldırdı. 1916 yılında Nijeryalı askerler, Kamerun'un büyük bir kısmını işgal ettiler. 1922 yılında İngilizler, Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altında olan Batı Kamerun'a hakim oldular. Ve 1924 yılında burasını Nijerya'ya kattılar.

  İkinci Dünya Savaşı, 1945 yılında bittiği zaman Nijerya, oldukça terakki etmiş bir ülke olmuştu. İngilizler, Nijeryalılarda doğan milli şuuru parçalamak için 1946 yıılında Nijerya'ya bir anayasa yaptırıp, ülkeyi doğu ve güney ile batı olmak üzere ikiye ayırdılar. 1951 yılında, doğu Nijerya hariç diğer bölgeler birleşerek içte bağımsız bir idare kurdular.

  1952 yılında, birçok partinin iştirakiyle yapılan seçimlerde, hala emir unvanlarını alan Osman Dan Rodio'nun torunlarından Hacı Ahmed Belu, seçimleri kazanmaya muvaffak oldu. Bu olay, Nijerya'nın tam bağımsızlığı için atılmış bir adım oldu.

  1959 yılındaki seçimlerde İngilizler, Nijerya'ya tam bağımsızlık vermenin gerekliliğini gördüler ve 1 Ekim 1960 tarihinde Nijerya'nın bağımsızlığını ilan ettiler.

  Nijerya, halen kuzey, batı, orta ve doğu Nijerya bölgelerinden meydana gelen dört birleşik devletten ibarettir. Bu bakımdan devletin adı, Nijerya Federal Cumhuriyeti'dir.

  1975 yılında General Mutala Muhammed, Nijerya devlet başkanı General Yakubov'a karşı bir darbe yaparak idareyi ele aldı. Aradan kısa bir zaman geçmeden, 13 Şubat 1976 tarihinde Yarbay Dimka, General Mutala Muhammed'e karşı bir darbe teşebbüsüne girişti.

  General Mutala Muhammed bu esnada öldürüldü ise de, darbe kısa zamanda bastırıldı ve yine askeri cunta iş başında kaldı.

Seksüel Yamyamlık - Çiftleştiği Eşini Yiyen Böcekler

  En bilinen örnekleri karadul örümceği ve peygamberdevesidir. Amfipotlar, Arthropodolar ve örümceklerde çiftleşirken, çiftleşme sırasında ya da sonrasında dişinin erkek partnerini yediği türlerdir.


                                           Erkek partnerinin kafasını yiyen peygamberdevesi.

  Önemli olan husus şudur ki; erkek böcekler bu durumdan rahatsız olmaz. Bilinçli olarak kendini dişi böceğe sunar. Çiftleşme sırasında kafasını dişiye doğru uzattığı, onu tahrik ettiği gözlenebilir.

  Bu canlılar ömürleri boyunca tek bir dişi bulabilir. Soyunu devam ettirme içgüdüsünü göz önüne alırsak bu durum anlaşılabilir olur. Öncelikle dişi canlının daha iyi protein almasını sağlayarak daha sağlıklı yavrular doğurmasını sağlar. Öte yandan beslenmeye başlayan dişi böcek çiftleşmeyi unutur ve birleşmesi süresi uzar, dolayısıyla daha fazla ve kaliteli sperm transferi gerçekleşir.

Porno Bağımlılığının Bilimsel Açıklaması



 Seksüel zevkler kişiden kişiye değişir. Fakat var olan porno salgınıyla birlikte bazılarının aklına zevk denilince porno geliyor. Birileri pornonun bizim isteklerimiz ve seksüel algılarımızı tamamiyle nasıl etkilediğini merak etmek zorundadır.

 Üstelik porno bizim seks yaşantımızı nasıl etkiliyor?

  Pornografi tüm arama motoru sonuçlarının %25'ini oluşturuyor ve pek çok insanın 4. internete girme sebebini teşkil ediyor. Ve milyonlarca yıldır oluşan, insanların seksüel tepkilerini basit bir şekilde hafifletiyor gibi görünebilir porno.

  Gerçek şudur ki; porno sahip olduğu dinamik yapısıyla zamanla sizin zevklerinizi ve arzularınızı şekillendirerek değiştiriyor. Porno, beyin için pek çeşitli şekillerde tıpki bir uyuşturucu gibi ağır sonuçlara yol açıyor. Uzun bir süredir pornoya maruz kalmanızla beyninizin dayanma sınırı artar (tolerans gösterme) ve insanların pek çoğu kendini bağımlı olarak bulur.

  Porno fiziksel bir madde olmamasna rağmen, genel bir şekilde kontrol kaybı, olumsuz sonuçlarına rağmen aşırı tüketmek için arayıp bulma gibi isteklere yol açar. Ve pornoya son verdiğinizde bu etkiler yok olabilir.  Asıl problem şudur ki; hayat boyu veya uzun bir süre pornoya devam ederseniz beyinde neröplastik değişimlerin meydana geleceğidir.

  Gerek yaşamımızı devam ettirmemiz için bir şeyler yediğimizde, gerekse de gelecek hayata nesillerimizi bırakmak için seksüel faaliyetlerde bulunduğumuzda ve buna benzer şeyleri her ne zaman yaptığımızda bir ödül olarak dopamin salgılanır. Ve bu dopamin, gelecekte aynı aktiviteleri uygulamak için bizi koşullandırdığından diğer bir ifade ile güdülediğinden dolayı nörol bağlantıları sağlamlaştırır. Diğer bir deyişle, dopamin beyin hücrelerini varolan davranışları harekete geçirmek için şekillendirir ve değiştirir. Dopamin beyninizi yeniden yapılandırır.

  Ulusal sağlık kuruluşları uyuşturucuya yatkınlığı fareleri test ederek ölçmektedir. Bir deneyde farenin uyuşturucu alması için bir tuşa basması öğretildi. Fare bu butona basmak için ne kadar çok uğraşırsa bağımlılık düzeyinin de doğru orantılı olarak o oranda arttığı ortaya çıktı. Bu çalışma, bağımlılık yapıcı madde ne kadar çok alınırsa dopaminin de o kadar arttığını ortaya çıkardı. Farelere izletilebilecek pornografik bir içerik henüz var olmadığı için, cinsellik davranışının da beyinde aynı süreçlerde yer aldığını ve pornografinin de bu bağlamda bağımlılık yaratabileceği söylenebilir.

  Pornonun büyük rol oynadığı seksüel uyarılma boyunca aynı zamanda dopamin salgıladığını biliyoruz. Zamanınızın çoğunu bu işi yapmak için harcadıkça, davranışlarınızı kuvvetlendiren ve gelecekte pornoyu arzulayan ve isteyen dopamin seviyeniz gittikçe artacak. Ve siz bilgisayardan uzakta veya seks sırasında bu pornografik resimleri düşlemeye başladığınız için, bunlara ilişkin duyarlılığınız kuvvetlenmeye başlar. Dahası, her orgazmda porno izleyerek orgazm olduğunuz süre boyunca beyindeki bu bağlantıları kuvvetlendiren dopamin daha da çok salgılanır.

  Bu kaçması gittikçe zorlaşan ve tıpkı bir uyuşturucu gibi dayanma eşiğinizi, görsel dürtüler için, gerçeğe dönüşünüzü engelleyerek şiddetlendirmektedir.

  Porno bağımlılığı evlilik noktasında sizin daha az aktif olmanıza neden olabilir, fakat iyi haber bu durumun sürekli olmadığıdır. Çoğunlukla insanlar bu mekanizmayı anladıklarında ve durumun ilişkilerini etkilediğini fark ettiklerinde bu duruma son verebiliyor.

  Beyin kullan ya da kaybet mantığıyla çalıştığı için istenilen davranışları gerçekleştirdiğinizde, bu davranışla ilgili sinirsel bağlantılarda artış söz konusu oluyor, tam tersi bir durumda ise kullanılmayan bağlantılar kendi kendine, zaman içinde yok oluyor. Tıpkı kaslarınız gibi eğer gün boyu sürekli oturursanız aktivite yapmak için istek duyarsınız. Fakat kaslarınızı uzun süre kullanmadıktan sonra onlar kendilerini salmaya başlayacaktır.

  Şanslısınız, beyin kullan ya da kaybet mantığıyla çalıştığı için sağlıklı bir bireyin alışkanlık ettiği davranışları tekrarladığınız taktirde aynı sistem yeni alışkanlıklar üreterek bu bağımlılıktan kurtulabilirsiniz.

28 Temmuz 2016 Perşembe

Pornografi ve Sosyal Fobi


İnternet pornografisinin yaygın kullanımı sonucu, şimdiye kadar yapılan deneylerin en yaygını ve en hızlısı bilinçsiz bir şekilde yürütülüyor. Çünkü internet erişimi olan gençlerin neredeyse hepsi bu deney için denek olmaya istekli.

 Kanadalı araştırmacı Simon Lajeunesse'nin verilerine göre çoğu çocuk 10 yaşına kadar porno izlemiş oluyor vee hızlı bir şekilde seksten etkilenmiş beyni tarafından tahrik ediliyor.

 Şimdilerde insanlar pornografiyi eskiden olduğundan daha ilgi çekici buluyor. Neden? Sonu gelmeyen yenilik... Avustralyalıların yaptığı deneyde sadece çıplaklığın değil aynı zamanda yeniliğinde ani bir şekilde uyarılmaya sebep olduğu bulundu. Denekler 22 pornografik görüntü izlediler. Bir süre sonra araştırmacılar deneklerin daha önce hiç görmedikleri pornoları açtılar ve deneklerin beyinlerindeki ereksiyon tavan yaptı. Peki bu heyecan niye?

 Tabiat ana, etrafta yeni bir dişi olduğu sürece erkekteki üreme isteğini aktif tutmayı seviyor. Örneğin bir koç aynı dişiyi döllemek için, her seferinda daha fazla zamana ihtiyaç duyuyor. Fakat dişileri her seferinde değiştirirsek erkek bu sefer  2 dakikada işini bitirmiş ve tamamen tükenene kadar bunu yapmaya devam etmiş oluyor. Bu coolidge effect olarak biliniyor. Coolidge effect olmasaydı internet pornografisi de olmazdı. Memelilerin programlanmış şekillerinin bir parçası olan coolidge effect ekranınızdaki her yeni dişiyi genetik bir fırsat olarak algılar. Erkek ekranındakileri dölleyebilsin diye, beyni ekrandaki her yeni resim veya video için dopamin denilen git ve al nörokimyasalını salgılar. Koç eninde sonunda yorulacak fakat insan tıklamaya devam ettikçe dopaminde salgılanmaya devam edecek.

 Bir erkek internet pornosuyla, 10 dakika içinde atalarının birkaç ömür boyunca görebileceğinden daha fazla seksi kız görebilir. Problem şu ki hala eski zamanlardaki avc-toplayıcı bir beyine sahibiz. Pornoya fazla maruz kalan beyin ise bu genetik uyuşturuculara daha fazla bağlanıyor. Bu yüzden gittikçe porno bağımlılığı baş gösteriyor.

Bununla beraberlikle birlikte;

  •  Yalnızlık
  • Röntgenclik
  • Tıklama
  • Arayış
  • Daha Fazla Sekme
  • Sekmeler Arası Hızlı Geçiş
  • Sürekli Yenilik
  • Şok ve Sürpriz
Gerçek sekste ise aksine;

  • Kur Yapma
  • Duygulanma
  • Dokunma
  • Koklama
  • Feromonlar
  • Duygusal Bağ
  • Ve Gerçek bir İnsanla Etkileşim vardır.
Peki porno bağımlısı birey nihayet gerçek bir eşle karşılaşınca ne olur?

 Öncelikle bir çok sebepten dolayı araştırmacılar internet pornografisinin gerçek etkilerini bilmiyorlar. 2009 Yılında Lajeunesse pornografinin etkileri üzerine bir araştırma yapmayı denediğinde, üniversite yaşına gelmiş ve porno film izlemeyen hiç bir erkek bulamadı :) 
 Bu yüzden ilk ciddi çıkmaz; deneylerde kontrol grubunun olmaması ve bu büyük bir kör nokta oluşturuyor. Hayal edin; eğer erkek çocukların hepsi 10 yaşında sigara içmeye başlasaydı sigara içmeyen bir kontrol grubumuz olmazdı ve biz akciğer kanserinin bütün erkek çocuklar için normal bir durum olduğunu düşünürdük. Kontrol grubu bulamamasından yılmayan Lajeunesse 20 erkek öğrenciye ''İnternet pornografisi seni ya da kadınlara karşı olan tavrını etkiliyor mu?'' sorusunu yöneltti. Şöyle cevap verdiler; ''Hayır, pek sanmıyorum.'' Fakat onlar 10 yıldan fazla bir zamandır durmaksızın bunu kullanıyorlardı. Bu bir balığa su hakkında ne düşündüğünü sormak gibi birşey.

 Daha fazla uyarılma bağımlılığının belirtileri kolayca 

  •  Dikkat Eksikliği
  •  Sosyal Anksiyete - Sosyal Fobi
  •  Depresyon 
  •  Konsantrasyon Bozuklukları
  •  Performans Anksiyetesi 
  •  Obsesif Kompulsif Bozukluk
Bu rahatsızlıklar bağımlılığa sebep olmuyor, bağımlılığın sonucu olarak ortaya çıkıyor!

 Seksin bağımlılık sebebi olabileceğine inanmak çok zor çünkü seks sağlıklıdır. Ayrıca seks sattırır. 
İnternet pornografisi pes-fifa ise, seks çocukken yapılan mahalle maçıdır. Ciddi anlamda farklıdır bu iki kavram. Ekran dolusu çıplak vücut parçalarına bakmak, otomatik olarak insanı daha fazla uyarılma bağımlılığından korumayacaktır. 

 Hollandalıların yaptığı çalışmada; internet üzerinde yapılan aktiviteler içinde en fazla bağımlılık yapma potansiyeli olan şeyin pornografi olduğu bulunmuş.

 Sebebine gelelim, ödül döngüsü.

 Ödül döngüsü; bizi seks, bağlanma, yiyecek gibi doğal ödüllere ulaştırmak üzere gelişti. Doğal ödüllerin ekstrem versiyonları sayesinde ise bizi esir alabilecek eşsiz bir yeteneği var. Örneğin yüksek kalorili yiyecekler, ekstazi ya da seksi kızlar bize ekstra dopamin verir. Çok fazla dopamin ile doğal doyma mekanizmalarımızı aşabiliriz.  Örneğin; fastfood yiyeceklerin her türüne ulaşım imkanı olan fareler obez olacaklardır. Bu aynı zamanda Amerikalıların 5te 4'ünün neden kilolu ve yaklaşık yarısının neden obez olduğunu açıklıyor. Bu yiyecek bağımlılığı
 Doğal ödüllerin aksine alkol, kokain gibi maddeler ise insan ve farelerde kullanıcılarının %10'unda bağımlılık yapıyor.

 Yiyecekler ya da seks için olan Binge Mekanizmasının evrimsel olarak bir avantajı var. Temelde bu mekanizma: ''Varken, alabildiğin kadar al'' diyor. Kurtların her avlandıklarında 9 kilogramı o kadar uzağa neden taşıdıklarını düşünebilirsiniz. Ya da şunu düşünelim şimdi çiftleşme sezonu ve sende bir alfa erkek kurtsun. Ya çiftleşme sezonu hiç bitmeseydi? Ne olurdu? 

 Porno bağımlıları beyniniz size şunu söylüyor; ''Olum evrimsel sürecini ezip geçtin.''  İkincisi ise Delta-FosB denilen molekülün ortaya çıkmasını ateşledin. Dopamin, Delta-FosB salınımını ateşler ve o da beyindeki ödül döngüsü içinde birikmeye başlar. İlaçların ya da doğal ödüllerin aşırı kronik kullanımı durumu Delta-FosB üretimine yol açar ve o da beyninizi değiştirmeye başlayarak bu maddelere duyulan açlığı ve binge mekanizmasını arttırır. Binge mekanizması uyarılmaya devam ederse artan Delta-FosB'ye bağlı bütün bağımlılıklarda görülen beyin değişiklikleri görülmeye başlar. Yani; Aşırı tüketim, aşırı dopamin Delta-FosB ve beyin değişiklikleri. 

 Değişikliklerin ilki, azalmış haz alma duygusu. Bundan dolayı günlük zevkler sizi pornografi kadar mutlu edemez. Bir diğer değişim; pornografiye karşı beynin aşırı reaksiyon verir hale gelmesidir. Pornografi kullanıcılarının hayatlarındaki herşey sıkıcıdır. Fakat porno aşırı heyecan verici. Frontal korteksimizdeki değişime bağlı olarak sonunda irademiz devre dışı kalır. 
 Bütün bağımlılıklar aynı beyin değişikliklerini ve Delta-FosB'nin tetiklenmesi ile ilgili moleküler değişikleri paylaşır. Günümüzde bilimadamları uyuşturucu bağımlılıklarındaki beyin değişikliklerini ölçmek için beyin tarama cihazlarını kullanıyorlar. Porno bağımlılarında görülen beyin değişiklikleri kumar bağımlılarında, yiyecek bağımlılarında, oyun bağımlılarında ve internet bağımlılarında gözleniyor. Bugüne kadar yapılmış bütün beyin araştırmaları sadece bir noktayı işaret ediyor. Seri tıklama, bağımlılığa sebep olabilir. Bunu biliyoruz çünkü; araştırmacılar eski internet bağımlılarını incelediklerinde beyindeki değişiklikler eski haline geri dönüyor. Maalesef bu çalışmaların hiç biri tamamen porno bağımlılarını inceleyen çalışmalar değil fakat onları da içeriyor. Ezber bozanlar elbet var. 

 Sonunda artık internet pornografisi kullanmayan bir grubumuz var. Sayıları binlere varan ağır bağımlı gönüllü bir şekilde bunu bıraktılar. Bu yağız delikanlılar büyük pornografi deneyinin kayıp kontrol grubu. Bu gençler uzmanlara tek bir değişken değişikliğinin neler yapabileceğini gösteriyor. 

 Şimdi onlara geçmeden önce, pornoyu seven ve bundan zevk alan bir insan evladı hangi mantıkla onu bırakır? 

 Erektil Disfonksiyon yüzünden! Diğer bir deyişle Sertleşme Bozukluğu, kibarcası kuşun kalkmaması.

 İnternet pornografisi seksüel performansı öldürür. 

 İtalyan bir nörolojist tarafından yapılan araştırma son bir kaç yıldır şahit olduğumuz şeyleri doğruluyor. ki; cinsel performans arttırıcı ilaçlar bu erkeklerde sıklıkla işe yaramıyor çünkü problem viagranın faaliyet gösterdiği belin altındaki alanda değil problemleri psikolojik de değil. Peki o yok bu yok ne var lan it diyenlere cevabım, problem beyinlerindeki fiziksel değişimden kaynaklı. Bunlar bağımlılıkla ilgili değişiklikler. Uyuşmuş beyinleri, kamışlarına giderek zayıf sinyal gönderiyor. Doktor Foresta'nın söylediği gibi; Bu pornografik sitelere az reaksiyon göstermeyle başlar. Daha sonra libidoda genel bir düşüklük vardır en sonundada erekte olmak imkansız hale gelir.

  Bu çalışmadan 3 şey çıkartılabilir. Birincisi; Foresta abla klasik bağımlılık sürecini tanımlıyor. Giderek artan hissizleşme 

  İkincisi; İnternet pornografisi sayfaları yabış yabış olan dergilerden (Liseliler bilmez) niteliksel olarak farklı. Gençler arasında bu kadar yaygın erektil disfonksiyon daha önce hiç görülmemişti. 

 Ve sonuncusu; erektil disfonksiyon sıklıkla bu erkeklerin dikkatini çeken tek bağımlılık semptomu. 

 Peki gözden kaçırılan daha az belirgin semptomlar?

 Çoğunluk bunu bağımlılıktan kurtulana kadar anlayamıyor. 

 20'li yaşlarda bir kardeşimiz anlatıyor; ''Son 8 yıldır psikologa ve psikiyatriste gidiyordum, depresyon, sosyal fobi ve ciddi hafıza kaybı ve birkaç şey daha tespit edilmişti. Fexer, Ritalin, Xanax, ve Paksil kullandım. İki iş arkadaşımla kavga ettim ve iki kere kovuldum. Sosyal fobimi bastırmak için ot (cuğara) kullandım. Az sayıda kadın bana ilgi gösterdi, bence görünüşümden ve statümden ötürüydü. Fakat aşırı garipliğim yüzünden benden hemen uzaklaştılar. 14 yaşımdan beri porno bağımlısıydım. Son iki yıldır yaşadığım şeylerden ötürü nihayet farkına vardım ki; pornografi gerçek bir sorunmuş. 2 ay önce tamamen bıraktım. Bu çok zordu fakat şimdiye kadar inanılmaz şekilde buna değdi. Kalan ilaçlarımı bıraktığımdan beri; anksiyetem kayboldu, hafızam ve odaklanmam hiç olmadığı kadar keskin, kendimi büyük bir kadın mıknatısı gibi hissediyorum ve sertleşme bozukluğum da kayboldu. Cidden yeniden doğduğumu ve bunun hayattaki ikinci şansım olduğunu düşünüyorum.''

 Bu ciddi anlamda nörokimyasal bir yeniden doğuş! 

 Gelelim bu yeniden doğan arkadaş gibi mücadele içersinde olan, bağımlılıktan kurtulan, sonuçlarını deneyimleyen, etkilerini paylaşan topluluklara. NoFap'çı olarak bilinirler. NoFap, yani kelime anlamıyla 31 yassak. Pornografinin bırakılması kastediliyor. 

 Dünyada yaygın bir hareket. Binlerce katılımcısı var. Benim Türkçe kaynak olarak ilk denk geldiğim İnci Sözlükteki ''hayatınızı kökten değiştirecek olan şey'' konu başlıklı yazıyla bilgilerini aktaran 351986 nickli yazar oldu. Başlığı halen aktiftir, gugıl yardımıyla bulabilirsiniz. İngilizceniz var ise derya deniz bilgiye sahip olabilirsiniz, ancak ben yine yönlendiriyim sizleri. NoFap Türkiye ve Beyin Takımı isminde 2 youtube kanalına göz atın. Donanım Haber forumunda Konu Dışı bölümünde Pornografi Bağımlılığından Kurtulma Rehberi (Beyniniz Küçülüyor) isimli başlığı bulun ve okuyun. Yeni açılan nofap-turkiye.com forum sitesi var üye olabilirsiniz. Tavsiyelerimi farklı içeriklerde aktaracağım, orda tavsiyelere devam ederim konumuza dönelim.

 Henüz 20li yaşlardaki erkekler, erektil fonksiyonlarını daha yaşlı olanlar kadar hızlı geri kazanamıyorlar. 50 yaşındaki birinin geri dönüşü 20 yaşındakine göre nasıl daha hızlı olabilir? Cevap şu ki; yaşlı erkekler daha uzun süredir pornografiyle iç içe olmalarına rağmen, onlar bu işe bugünün internet pornografisiyle başlamadılar. Bu önemli bir nokta çünkü; yaşlı erkekler yüksek hızlı internetle tanışıncaya kadar seksüel problemleri başlamadı. Günümüz gençleri ise yüksek hızlı internetle başlıyorlar (AKK'ye hayır bu arada) hemde beyinleri maksimum seviyede dopamin üretirken ve maksimum nöroplastisiye sahipken. Bu en hassas bağımlılık olmasının yanı sıra bir risk daha var. Yetişkinliğe kadar ergenlerde aşırı kullanılan döngüler gelişirken, kullanılmayanlar ise budanır. Bu yüzden yaşı 22 civarı olan birinin seksüel zevkleri beyninin çok daha derin köklerinde olabilir. Bu durumda genç bir erkek aşırı pornografiye yönelmişse ya da pornografi artık seksüel ihtiyaçlarını karşılamıyorsa paniğe sebep olabilir. 

 Neyse ki beyinlerimiz esnektir ve bunun sayesinde eski zevkler pornografiyi bıraktıktan sonra geri dönebilir. Bir erkek normal hassaslığını kazandığında ise, beyni görmek istediği doğal ödülleri arar. Arkadaşlık ilişkileri ve normal bir ilişki süreci gibi.

  Porno bağımlılığından kurtulan bir kardeşimiz anlatıyor; ''Tam anlamıyla yeni Isaac Newton ya da Leonardo da Vinci olmak istiyorum. Bir ay önceki bırakışımdan beri işe başladım, piyanoya başladım, her gün Fransızca çalışıyorum, programlama, resim çizme ve yazı yazma ile ilgileniyorum. Finansal kaynaklarımı yönetmeye başladım. Ve şimdiye kadar yaptıklarımdan başka, birçok mükemmel fikrim daha var. Özgüvenim tavan yaptı! Gördüğüm herhangi bir kızla konuşabileceğimi hissediyorum. Sürekli erteleme ve depresyon sebebiyle okulunu 2.5 yıl uzatan aynı kişi bendim. 

 Anahtar kelimeyi veriyorum; NoFap. Bunun ötesinde Dopamin, Dopamin Reseptörleri gibi kavramlara da bir göz atın. 

 Kurtulma noktasında tavsiyelerle farklı bir konuda görüşmek üzere. 

 Kaslı erkeklerin silikonlu kadınları bafilediği sahneleri sefilce izleyip elinle uğraşacağına bir hatunun gülümsemesine sebep. 5 milyarlık evrende taş çatlasın 70-80 yıl yaşayacaksın. Halatı koparmaya bak, aç yelkeni yeni yolculuklara.

  

Uyarı: Kaynak göstermeden paylaşmayınız.






Anne Sütünün Faydaları


 Bilhassa ilk çocuklarını doğuran anneler için bebeklerinin beslenme rutinini oluşturmak oldukça zordur. Anne sütü ile mi yoksa mama ile mi beslemeli kararsızlığını yaşayabilirler.
 Uzmanlardan sıklıkla anne sütünün ne kadar yararlı olduğunu duymaktayız, anne sütünün yararlarını her zaman vurgularlar. Bu durumda bebeğin beslenmesinde anne sütünü birinci sıraya koymak doğru bir karar olacaktır. Gelelim hem anne hem bebek için faydalı olan doğanın bu mucizesine.
 Bebeğinizi emzirirken vücutta rahim kaslarının kasılmasıyla görevli oksitosin hormonu salgılanır. Böylece doğum sonrası rahmin daha hızlı toparlanması sağlanır. 
 Adet kanamalarının ve yumurtlamanın gecikmesi ile beraber emzirme sürecinde hamile kalma ihtimaliniz ortadan kalkar. Emzirme dönemi natural bir doğum kontrol sürecidir.
 Rahim ve yumurtalık kanserine yakalanma ihtimaliniz oldukça düşüktür.
 Menopoz öncesi olası göğüs kanserine daha dirayetli olursunuz.
 Bebeğiniz içinse anne sütü bir mucizedir. Bebeğiniz büyürken ihtiyaçlarına göre yenilenen anne sütü, bebeğinizin alması gereken vitamininden minareline kadar muazzam bir dengededir ve bebeğinizin tam da alması gereken orandadır.
  • Kulak Yolu İltihabı
  • İdrar Yolu İltihabı
  • Soğuk Algınlığı
  • Besin Alerjisi
  • Astım
ve bir çok hastalığa karşı adeta bir koruma kalkanıdır.

Ayrıca
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir
  • Uzun vadede kalp krizi riskini büyük oranda azaltır
  • Yine uzun vadede obezite sorununu önleyicidir
  • Hazmı kolaylaştırır
  • Gaz sancılarını azaltır

Doğanın bize sunduğu bir mucizedir ve olmazsa olmazdır.

Depresyon Belirtileri ve Tedavisi


Önceleri sevilerek yapılan aktivitelerden hormonal ve genetik bozukluklar, çevresel gibi bir çok sebepten dolayı artık zevk alınamaması haline depresyon denir. Yaygın görülen bir hastalıktır. Herkes, hayatının belli bir döneminde bu rahatsızlıkla karşılaşabilir. Depresyonda olan kişi endişeli, üzüntülü ve bıkkın hisseder. Her şeyin olumsuz yanlarını görmeye meyillidir, geçmişte yapılan hatarlardan kendini sorumlu tutar. Bunu istem dışı yapar ve bu düşüncelere engel olamaz. Gelecek hakkında umutsuz ve karamsardır. Çaresizlik hissi ve hayatın anlamsız olduğu düşüncesi oluşur. Pek tabi bu düşüncelere sahip biri olarak, sosyal hayattan izole olur, ilişkileri bozulur ve performansı düşer.

Ancak her bıkkınlık durumu depresyon olarak nitelenmemelidir. Bu belirtilerin en az iki haftadır devam ediyor ve her gün hissediliyor olması önemlidir.

Tedavisine gelirsek; Günümüzde rahatlıkla tedavi edilebilmektedir. Tedavi oranı %70 seviyelerindedir. İleri derecede depresyon, hatta ölümü düşündürecek seviyedeki depresyon, doğru bir tedavi ile aşılabilmektedir.

Tedavide ilk önce psikoterapi uygulanmaktadır. İşe yaramazsa ilaç tedavisine geçilir.

İlaç tedavisinden kasıt; antidepresan ilaçlardır. Antidepresanlar vücuttaki hormonlar üzerinde etki eder. Psikoterapi ile birleştirilen ilaç tedavisi hayata bakış açınızı değiştirecek, olumsuz düşüncelerden uzaklaşmanızı sağlayacak ve iyileşme sürecinizi kısaltacaktır.

Kuran'a Göre Allaha İnanmayanların İçinde Bulunduğu 4 Durum


Kur'an- Kerim, inanmayanların her çağda yüce Allah'ın varlığını inkar etme hususundaki aynı sapık yolu izlediklerini, Allah'a inanmak için onu görmeyi şart koştuklarını bize açıkça bildirmektedir. Bunların bu iddialarının kalp ve ruh hastalıklarından doğan şu dört sebepten dolayı ileri geldiğinide kesin olarak bildirmektedir; Kur'an-ı Kerime göre, Allah'ı inkara kalkışan kimselerin kalp ve ruhlarında şu dört hastalık vardır:

  • Cehalet (Bilgisizlik)
  • Kibir
  • Doğru Yoldan Sapmak
  • Zulüm

Cehalet

Yüce Allah Kuran-ı Kerimde bu hususu şöyle buyurmaktadır:
''Bilmeyenler: ''Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet (Onu görmemiz için) gelmeli değil miydi?'' dediler. Onlardan öncekilerde onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. (Onlarla, bunların) kalpleri birbirine benzerdi. Biz, kesin olarak inanan kimselere ayetleri açıklamışızdır. Ey Muhammed. Biz ancak seni, hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, cehennimliklerden sorumlu tutulmayacaksın.''

Yukarıdaki ayette açıkça anlaşıldığı gibi, her çağda Allah bilgisinden yoksun olan cahiller daima Allah'ı bilme ve ona inanma yolundan sapmışlar ve bu bilgisizliklerinden dolayı yüce Allah'ı inkar etmeye kalkışmışlardır.

Kibir

Kur'an-ı Kerimde bu hususta şöyle buyurulmaktadır ''Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: ''Bize ya melekler indirmeli, ya da Rabbimizi görmeliyiz'' derler. And olsun ki bunlar kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur.''

Birinci ayette yüce Allah'ı dinlemeyi, ikinci ayette ise, bizzat onu görmeyi istemişlerdir. Görüldüğü gibi her iki ayette de inkar yolunu izlemişlerdir. Fakat, Allah'ı görmek isteyen bu kişiler kimlerdir diye sorulan soruya karşılık hiç şüphesiz, dünya hayatından başka her hangi bir hayatın olacağına inanmayan kimselerdir diye kesin olarak cevap veririz. Birinci ayette bu husus dolaylı bir şekilde belirtilmiştir. İkinci ayette ise, kafirlerin inkarlarına karşılık başka bir alemde ve başka kanunlar karşısında yaptıkları bu inkar suçlarından dolayı ceza göreceklerini ve bu cezanın melekler tarafından kendilerine bildirileceği açıkça anlatılmaktadır. 

Şüphesiz Allah, melek gibi varlıklar gayb aleminin kutsal varlıklarıdır. Gayb aleminin kanunları dünyamızın kanun ve şartlarından ayrı vasıflara sahiptir. Dünyamızın kanunlarını beş duyu organlarımızla algılamak mümkündür. Gayb aleminin (metafiziğin) kanunlarını algılamak beş duyu organlarımızla mümkün değildir. Gayb aleminin kanunları gözle görülmez ve elle tutulmazlar. İkinci ayette, kibir ve gururlarından dolayı Allah'ı inkar etmeye kalkışan kimselere (melekler) gibi gayb aleminin kutsal ve manevi varlıklarından söz ederek, yüce Allah'ın varlığı hakkında izledikleri yanlış yola işaret edilmektedir. 

Onları, bu hale ve doğru yoldan saptıran, akıl ve mantık ölçülerine ters düşüren tek sebep kendilerini aşırı derecede beğenmeleri ve büyük görmeleridir.

Doğru Yoldan Sapmak

Başka bir ayette de Mısır'ın Firavunlarından birinin dili üzerine bu üçüncü yol şöylece anlatılmaktadır.

''Firavun ''Ey Haman!, Bana kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın ilahını görürüm. Doğrusu ben, Onu yalancı sanıyorum.'' dedi. Firavun'a kötü işi böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkondu. Firavun'un düzeni elbette boşa gidecekti.''

Ayette geçen ''Doğru yoldan alıkondu'' cümlesi Firavun'un Allah'a iman hususunda sapık ve doğru olmayan bir yol izlediğini göstermekte ve bu yanlış yolu izlemesinin sonunda doğru yoldan saptığını bildirmektedir.

Zulüm

Başka bir ayette de bu hususta Yahudilerin bu istekleri zulüm ve haksızlık olarak vasıflandırılmaktadır: ''Ey Musa! Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız'' demiştiniz de gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı'' Aynı konuda diğer bir ayette de şöyle buyrulmaktadır: ''Ey Muhammed! Kitap ehli senin kendilerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve ''Bize Allah'ı apaçık göster'' demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı.''

Birinci ayet, inkarcıların istek ve iddialarını zulüm olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü, böyle bir istek adaletin ölçülerine uymamaktadır. Hakkı ve doğruyu bilip inkara kalkışmak zulümdür. İşte, bu kimselerin bu haksız inkarları birinci ayetin kapsamında dolaylı olarak anlatılmakta, bu yersiz ve haksız inkarın zulüm olduğu bildirilmektedir.

Bu günkü inkarcıların durumu tıpkı eski inkarcıların durumuna benzemektedir Kur'an-ı Kerim eski inkarcıların durumunu bize şu şekilde açıklamaktadır: ''Rablarından kendilerine gelen her yeni uyarıyı onları mutlaka onu, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: ''Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?'' diye konuşurlar. Peygamber: ''Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işiten ve bilendir.'' dedi. Onlar: ''Hayır bunlar karışık rüyalardır. Hayır; onu uydurmuştur. Hayır; O şairdir. Haydi öyleyse önceki peygamberler gibi O da bize bir mucize getirsin'' dediler.

Yukardaki ayetle de anlaşıldığı gibi, eski inkarcılar inananlara: ''deli, serseri ve yalancı'' diyorlardı. Bu günün inkarcıları da tıpkı onlar gibi inananlara ''cahil, gerici, sahtekar, aldatıcı ve yobaz'' demektedirler. Bazı zavallı ve aptal Müslümanlarda bu inkarcıların sözlerini farkına varmadan Müslümanlar için kullanmaktadırlar. Bu beyni boşlar, sadece onları taklit ediyor ve izlerinde gidiyorlar. Gerçek bir Müslüman, sapıkların yolunu izlemez. Allah'ın sakındırdığı konularda son derece titiz olur. Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Yoksa daha önce Musa'nın sorguya çekildiği gibi, size de peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? İmanı inkarla değiştiren, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.''

Menopoz Belirtileri ve Tedavisi



Menopoz kelime anlamı olarak adetlerin durması, bitmesi anlamına gelir. Çok önemli bir tanıdır ve her kadının bir şekilde karşılaştığı bir kavramdır.

Menopozun bir tarihçesi vardır milattan sonraki 500 yılda insan ömrü çok kısa idi. 45-50 yaşlarında insanlar hayatlarının son noktasına geliyorlardı. Ve menopoz dolayısıyla çok uzun dönem yaşanan bir olay değildi. Artık günümüz koşullarında gelişen sağlık ve tıbbi hizmetlerle birlikte insanın ömrü çok uzadı. Türkiye'de ortalama kadın yaşının 80'lere kadar ulaştığını gösteren çalışmalar mevcut. Yine aynı şekilde ortalama menopoz yaşının da 48-50 arası olduğu söyleniyor. Yani yaklaşık olarak bir kadın ömrünün takribi 25-30 yılını menopozlu olarak geçiriyor. Bu yüzden menopozun sıkıntılarını bir şekilde bertaraf etmek, olabildiğince azaltmak, bu dönemi hastanın hayat kalitesini düşürmeyeceği  şekilde geçirmesini sağlamak çok önemli.

Menopoz bazı kadınların kafasında soru işaretidir. Komiktir, sevinsek mi üzülsek mi diye düşünebilir bir kadın. Kimi kadınlar bu hastalığı yaşamamayı umarken öte yandan kanama sıkıntısı olan, ciddi miyom sıkıntısı olan hastalar artık bunlarla karşılaşmayacağı ve rahat edeceği için memnun olabiliyorlar. Önemli olan husus şudur ki; gerekli tedbirler alınırsa, gerekli kontroller yapıldığı zaman hastanın bu dönemi konforlu geçirmesi mümkün.

Hasta nelerle karşılaşıyor ve neler yapması gerekiyor?

Östrojen hormonunun vücutta artık kritik seviyelerin altına düşmesiyle beraber vücutta bir çok yan etki olur.

İlk karşılaşılan, belki de en çok bahsedilen, kemik erimesi durumu. Östrojen, kemik kalitesini sağlayan bir hormondur. Düşmesiyle beraber kemikte zayıflama baş gösteriyor.

Ne yapmalı?

Kemik erimesinin ileri safhalarında ufak düşmelerle, ufak travmalarla birlikte ciddi kırıklar olabiliyor. Bu kırıklar kalçada, omurgada olabiliyor ve bunlar ciddi yatağa bağımlı hale getirebiliyor özellikle ileri yaştaki kadınları. Öncelikle bunun için tedbirli olunmalı.

Tarama testleri yaptırabilirsiniz. Kemik taraması denilen bu tahlillerle kemik erimesi var mı yok mu, kritik seviyede mi, hastanın bunu önlemek için ilaç kullanması gerekiyor mu gibi sorulara cevap alınabilir. Böylece kemik erimesinin ilerlemesini engelleyici ilaçlarla önleminizi almış olursunuz.

Düzenli beslenme, olabildiğince kalsiyum desteği veya kalsiyumdan zengin beslenme (süt, yoğur, peynir vs), düzenli bir hayat, çok fazla yorulmamak, sigara kullanmamak, spor yapmak sizlerin faydasına olacaktır.

Erken Menopoz

Bir kadın doğduğunda onun menopoza hangi yaşta gireceği aslında ''genetik kod'da'' belli. Ama; yaşamsal faktörler, sigara kullanımı, çevresel mağruziyetler yumurta hücrelerinin tükenmesini hızlandırabiliyor. Ve bu nedenle menopoz yaşını insanlar kötü yaşayarak ve kendilerine kötü bakarak öne çekebiliyorlar.

Dünya'da menopoz yaşı 51'dir. Türkiye'de 46-48 olduğu tahmin ediliyor. Bunun çok daha önünde hatta 35'den bile önce erken menopoza girilme ihtimali var.

Ne demiştik? Menopoza giren bir insan hayatının 3te 1'ini menopozla geçirirken, erken menopoza girenler hayatının 3te 2'sini geçiriyor. Eğer düzgün takibi yapılmazsa, düzenli tedavi içerisinde olunmazsa bu kadınların sıcak basmaları, kemik erimesi ve kalp hastalıklarına daha çok yatkınlığı oluyor. Onun için bu hastaların bu hastalığı çok daha ciddiye alması gerekiyor.

Menopoz hormonların artık çalışmadığı ama kadınlık fonksiyonlarının devam ettiği bir süreçtir. Hiç bir sıkıntınız dahi olmasa mutlaka yılda 1 kere jinekolog kontrolünden geçmelisiniz.

Romatoid Artrit Belirtileri ve Tedavisi


Romatoid Artrit özellikle hastayı sakat bırakacak, uzun dönemde eklemlerin zarar görmesine sebep olabilecek çok ciddi bir hastalıktır. Çok farklı şekillerde ortaya çıkabilir. En bilinen şekliyle ifade etmek gerekirse; özellikle eklemlerin tutulduğu bir hastalıktır.

Bilhassa el eklemlerinin ağrısı ve şişliğiyle doktorlara başvurulur. El eklemlerinin her biri ayrı bir önem taşır ve bunların her biri farklı bir hastalığı ifade eder. Romatoid Artrit'de özellikle el bilekleri ve elin üstündeki iki grup eklem son derece önemlidir. Genellikle bu bölgelerin ağrısı ve şişliğinden şikayet edilir. Sabah kalkıldığı zaman elleri kapatamama durumu olabilir. Bu dönemde halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı hatta bazen depresyon gibi şikayetler ortaya çıkar.

Tabi ki sadece el ile sınırlı kalan bir hastalık değildir. Dirsekler, omuzlar, ayak bilekleri, ayak parmakları ve kalça kemikleri dahi etkilenebilir. Hasta bazen sedyede hastaneye gidebilecek durumda iken, bazen ise şişliğin bile farkına varmaz.

Son derece önemli bir hastalıktır çünkü sadece bir eklem hastalığı değildir. Tedavi edilmediği takdirde sakat kalma ihtimali olmakla beraber normal yaşantınıza da ket vuracak bir hastalıktır. Örneğin en basit yemek yerken bile çatalı ve kaşığı kullanamayabilirsiniz. Yine aynı şekilde tedavi edilmediği takdirde akciğeri, kalbi, böbrekleri, karaciğeri etkileyebilecek bir hastalıktır. Böbrek yetmezliğine, erken dönemde kalp hastalıklarına yol açabilir bu açıdan erken teşhis önemlidir.

Erken teşhis olmadığı takdirde ciddi hastalıklar için ciddi bir risk faktörüdür.

Romatoid Artrit hastalığının belirtileri bunlarla sınırlı değildir.


  • Ağız kuruluğu
  • Göz kuruluğu
  • Dil ve damağın yapışması
  • Gözlerde batma
  • Yemek yerken çene ağrıması
  • Ağızda çıkan yaralar
  • Tükürük yapısının bozulması


gibi şikayetler de olabilir.

Romatoid Artrit hastalığının tedavisi nasıl ki bu hastalık kalıcı ve uzun dönemli ise tedavisi de bu şekildedir.

Hastalığın geçici olduğu yanılgısına kapılmamalı, tedavi konusunda uyumsuz davranışlar sergilenmemelidir. Bu durum hasta için çok kötü sonuçlara mal olabilir.

İlaç tedavisi başlangıçta hastanın çok işine yarar. Onun için en yakın zaman da doktorunuzla görüşün ve yönlendirmelerini dinleyin.