4 Ağustos 2016 Perşembe

Yukarı Volta Cumhuriyeti


  Denize kapalı olan Yukarı Volta Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Nijer, doğusunda Togo ve Dahomey, güneyinde Fildişi Sahili ve Gana, batısında da Mali devletleri bulunmaktadır. Başkenti Ouagadougo şehri olup, resmi dili Fransızcadır. Ülkede, Mousa, Mande ve Hausa dilleri de konuşulur. Halkının yüzde 55'ini Maliki mezhebine mensup Müslümanlar teşkil etmektedir. Yukarı Volta Cumhuriyeti'nin tarihine ait bilgiler, 14. yüzyıldan itibaren bilinmektedir. 14. yüzyılda Yukarı Volta bölgesi, Mali İslam İmparatorluğu'na bağlı idi. Ülkede ilk yerleşen kabile, 16. yüzyılda doğu Afrika'dan kalkarak Nijer ülkesini geçip Gana'ya yerleşen ve oradan da civar bölgelere dağılan Mossi kabilesidir. Bu kabilenin en fazla olduğu Gana bölgesindeki mensupları putperest kalmalarına rağmen, civara yayılan kolları İslamı kabul etmişlerdir. Bu Müslümanlar vasıtasıyla Yukarı Volta cumhuriyetinde İslam dini hala yayılmaya devam etmektedir.

  1896 yılında Yukarı Volta'ya gelen Fransızlar, burada yerleşerek bir sömürge kurdular.

  1919 yılında Fransızlar, Yukarı Volta bölgesini, Fransız Batı Afrika'sının bir parçası haline getirdiler. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Yukarı Volta münevverleri de istiklal davası için çalışmalara başladılar. Bu çalışmalar oldukça uzun sürmesine rağmen, 1957 yılında ilk yerli hükümeti kurmaya muvaffak oldular. Çünkü Fransızlar, sömürge olarak kullandıkları ülkelerde ancak Hristiyan olan yerli halka okumak için imkan tanıyorlardı. Bu itibarla Yukarı Volta'da aynı politikayı takip ettiler.

  1959 yılında Yukarı Volta'da bir anayasa yapılıp kabul edildi. Bunun neticesinde ülkede seçimler yapılarak bir meclis teşekkül etti. 1960 yılında Yukarı Volta, istiklalini ilan ederek, bağımsız bir devlet oldu.

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Çocuğun Cinsiyetini Belirleme

 
  Aslında ilkyazımızın başlığını duyar duymaz belki aklınıza olmaz ya bu kadarı da pes diyebilirsiniz.
  Evet, aslında çok kolay bir yöntemle hiç bir doktora gitmeden sizin kendi imkânlarınızla bunu başarabilirsiniz. Şimdi konuya şuradan başlamak gerek erkek ve kadın ilişki esnasında eğer çocuk istiyorlarsa ilk orgazm olan kadın olursa ve daha sonra erkek boşalırsa çocukları kız olur. Eğer bu tam tersine ilk boşalan erkek olur kadın daha sonra orgazm olursa o zamanda çocukları erkek olur. Aslında bu iş bu kadar kolay, hiçbir zorluğu yok ama biz yinede bilimsel olarak da inceleyelim.

   İnsanlar yüzlerce yıldan beri çocuklarının cinsiyetini belirlemek istemişlerdir. Bunun başlıca nedeni mal mülk ve mevkiinin nesilden nesile aktarılabilmesi için erkek bebek ihtiyacı duymuşlardır. Zamanla bu kavram yerini çok olmasa da ikinci dünya savaşından sonra kız çocuk yönünde de istekler olmuştur. Hemen hemen tüm dünya ülkelerinde yaşan toplumlar son zamanlarda bebeklerinin cinsiyetini belirlemek için büyük caba içerisindeler.

   Doğanın dengesinin korunması acısından doğan çocukların oranları birbirine çok yakındır. Mesela en son istatistiklere göre dünya çapında doğan bebeklerde 1050 erkek çocuğuna karşı 1000 kız çocuğu dünyaya gelmektedir. Erkek bebeklerin doğumlarda fazla olmasına karşın ilerleyen yaşlarda erkek çocuklarının kaybetme oranı yüksek olduğu için bu denge bozulmamıştır.

   Bebeğin cinsiyetini nasıl belirleyebiliriz?
  Organizmanın içerisinde sperm hücrelerinin hem X hem de Y kromozomu taşımaktadır. Yumurta hücreleri ise her zaman X kromozonu taşırlar. Yumurta hücresinin X kromozonu taşıyorsa doğacak olan çocuk kız, eğer Y kromozonu taşıyorsa erkek çocuğu dünyaya gelir.

   Bu konuda toplumlardan gelen batıl inançlarda vardır. Mesela halk arasında çocuğun cinsiyetini belirlemek için erkek çocuk için bol et ürünlerinin tüketilmesi, tuzlu yenmesi, baba adayı ise gazlı içecekleri bolca tüketmesi halk ağzında dolaşır. Kız çocuğu için ise yaygın olarak çiftler bolca balıketi yemeli ve sebze tüketmeli ayrıca kadınlar tatlı yiyecekler tüketmelidir.
 
  Şu anda en bilinen etkili yol ise PGT (Preimplantasyon genetik tanı)
  Bu yöntemle ilaçlarla kadının yumurtalıkları uyarılır ve aynı adet  döngüsünde çokça yumurta üretmesi sağlanır. Belli bir aşamadan sonra olgunlaşan yumurtalar vajinanın içinden alınarak doğal temiz laboratuar ortamında babadan alınan spermlerle birleştirilir. Embriyo aşamasına geldiğinde bebeğin hücrelerinden bir tanesi alınarak ana rahmine yerleştirilir. Tabii ki bu eğer cinsiyet içinse kız ya da erkek tercihine göre istenen embriyolar tercih edilir. Bu yöntem sayesinde %100 oranında bir başarı sağlanmaktadır. Diğer cins embriyolar dondurularak ilerleyen zamanda kullanılabilir.
 Dünyada bu yöntemin asıl amacı cinsiyet belirlemek değil genelde düşük yapan ve çocuğu olmayan kişiler üzerinde kullanılmaktadır.

  Microsort yöntemi
  Bu yöntem ise erkek den alınan meninin içine spermler flow sitometri adı verilen bir yöntem ile X ve Y kromozomları ayrılır. Ondan sonra istene cinsiyete göre aşılama yöntemiyle anne rahminin içine X veya Y spermi yerleştirilir. Yöntem kız bebek için %90, Erkek bebek için ise %74 başarı sağlamaktadır.

  Son olarak özetle söylemek gerekir ise istenen cinsiyet bebeği vaat eden çok çeşitli bilimsel olmayan yada bilimsel yönleri olan yöntemler vardır. Ancak bunlar arasında en ileri doğruluk payı olan PGT ve MİCROSORT yöntemleridir. Bunlar bile %100 cinsiyeti belirleme garantisi verememektedir.

Seks İçin Ön Sevişmenin Önemi Nedir?


   Çiftler arasında güven ve dürüstlük var ise yaşanacak anlar heyecanlı ve mutlu geçecektir. Birbirini iyi anlayan ve tanıyan çiftler seks yaşamları artı puan getirir. İlişkinin ve seks hayatınızın çok daha uzun ve güven içinde geçmesine vesile olur.

  Yatak odanızda ateşli seks yaşamınızın kusursuz olmasını istiyorsanız toplumsal tabulardan kendinizi aşmanız gerekmektedir. Birbirinize dürüst olmak şartıyla isteklerinizi ve etkilendiğiniz faktörleri paylaşmanız ve dürüst olmanız şarttır. Dilerseniz şimdi doyurucu bir sevişme nasıl olmalı göz atalım.

  Ön sevişme
  Kimilerine göre oynaşma kimilerine göre de ön sevişme adı altında söylenebilir. Yinede her ikisi de aynı anlama gelir. Ön sevilme seks için çok büyük önem taşır çünkü bu süre içinde haz duygunuz yükselir birleşme esnasında doyumsuz anlar yaşayabilirsiniz. Ön sevişmede öpüşmek, birbirinizi soymak, oral seks ön sevişmenin olmaz ise olmazıdır.

  Erkeklere ipuçları
  Sevişme esnasında kadının nerelerinden hoşlandığını bilmek bir erkek için çok büyük bir avantajdır. Ön sevişme erkeler için olmasa da kadınların orgazma daha kolay ulaşmaları için gerekli olan bir aşamadır. Ön sevişmede iyi uyarılan bir kadın her zaman erkeğini mutlu etmesini iyi bilir.

  Öpmek şart
  Daha önce bahsettiğimiz gibi öpülmek bir kadın için uyarıcı özelliği vardır. Kadın öpülmekten okşanmaktan zevk alır ön sevişme esnasında kadının meme uçları en tahrik edici bölgesidir. Bizim tavsiyemiz bu yöndedir. Birçok kadının en büyük şikâyeti gerektiğince öpülmemek ve çok çabuk cinsel organlarla oynaşmaya geçilmesidir. Sevişirken partnerinizi uyarmak için dudaklarını, kulak memelerini, saçlarını, göz kapaklarını, boynunu, omuzlarını göğüslerini, karnını, bacaklarını, öpmelisiniz. Dudaklarını öperken dilinizi de kullanmayı ihmal etmeyin.

  Kadınlara tavsiyeler
  Erkeklerinde ön sevişmeye kadınlar kadar olmasa da ihtiyaçları vardır. Farklılık gösterse de bazı erkekler partnerleri tarafından soyulması onlar için uyarıcı bir rol oynayabilir. Bununla birlikte erotik iç çamaşırlar tercih eden erkeklerde vardır. Bu gibi iç çamaşırlar erkelerde uyarıcı etkisi yapabilir.

Tunus Cumhuriyeti

  Tunus'un kuzeyinde Akdeniz, doğusunda Libya ve Akdeniz, güneyinde Büyük Sahra ve batısında da Cezayir bulunmaktadır. Hükümet merkezi Tunus şehri olup, devletin resmi dili Arapçadır. Halkının yüzde 93'ünü Maliki mezhebine mensup Müslümanlar teşkil etmektedir.

  Tunus bölgesinin tarihi ve tarihte oynadığı rol, çok eski ve önemlidir. Kısaca şu kadar belirtmek lazımdır ki, ülke pek çok defalar muhtelif milletlerin istilasına uğramıştır.

  Emevi devleti hükümdarlarından Hz. Muaviye devrinde Ukbe bin Nafi adında bir Arap kumandanı, Bizans İmparatorluğu'nun idaresinden bezen halkı, Berberilerle işbirliği yaparak kurtardı. Ve 670 yılında Vadii Zemud ile Vadi-i Mergolil ırmakları arasındaki münbit ova üzerinde Kayrıyan şehrini kurdu.

  Böylece, İslam idaresi altına giren Tunus, daha sonra sırasıyla Abbasi, Beni Aglebi, Beni Ubeydi, Fatımi ve Beni Zir oğullarının idarelerine geçti. Bu arada Tunus'u, bir aralık Eyyubiler ve Muvahhidler de ele geçirmiş iseler de, bu hakimiyetleri çok kısa sürmüştür.

  1159 yılında, Fas'taki Merakes şehri eşrafından Almahads (Mehdiler) hanedanı Tunus'un idaresini eline almıştı. 1228 yılında Hintate Berberi kabilesinin reisi Ebu Zekeriya 1. Yahya bin Hafs, Tunus'ta istiklalini ilan ederek Beni Hafs devletini kurdu. Bu hanedan devrinde Tunus, oldukça büyük refaha kavuştu. Ülkede birçok imar faaliyetleri yapıldı. Bu arada birçok cami, zaviye, su yolları ve kütüphaneler inşa edildi. Endülüs'ten getirtilen ulema, Tunus'ta ilmin gelişmesine büyük katkılarda bulundu.

  1346-1349 yılları arasında Tunus'u, Beni Merin devleti işgal etmiş ise de, 3 yıllık işgalden sonra Beni Hafs, tekrar duruma hakim oldu.

  1569-1573 yılları arasında İspanyalılar tarafından sıkıştırılan Beni Hafs devleti, Osmanlı İmparatorluğu'na başvurarak yardım istedi. Osmanlı donanması derhal Tunus'a gelerek İspanya'nın baskısını ortadan kaldırdı ve Tunus'u 5 yıl süre ile işgal altında tuttu. 1574 yılında son Beni Hafs hükümdarı Mevla-i Muhammed, Osmanlı İmparatorluğu'nun himayesini kabul ederek, Tunus'u Osmanlı devletinin bir şehri durumuna soktu.

  1575 yılında Osmanlı Veziri Sinan Paşa, donanmasıyla Tunus'a gelerek Tunus şehrinin kumandanlığını Haydar Paşa'ya, valiliğini de Ramazan Paşa'ya verdi.

  1705 yılında Tunus'taki yeniçeri ağalarından Hüseyin (Paşa) bin Ali, asker ve Tunus'un ileri gelenlerinin birleşmesiyle Tunus'a vali seçildi. Osmanlı İmparatoru 3. Ahmed de bunu, bir ferman göndererek tasdik etti.

  1830 yılında Cezayir'i ele geçiren Fransa, Tunus'u da işgal etmek için küçük bir sebep arıyordu. Bu sebep, ancak 50 yıl sonra zuhur etti. Bu zaman içinde 1856 yılında, Tunus beyi Muhammed, ülkede ıslahat yapmak için Muahede-i Esasiye adı altında birtakım prensipler neşretti. 1860 yılında Tunus beyi Muhammed Sadık, bu prensipleri anayasa haline getirdi. Bu anayasa, Arap ülkelerinde ilan edilen ilk anayasa olması bakımından tarihi bir değer taşımaktadır.

  Tunus, bir anayasaya sahip olmakla beraber, idari, mali, dahili ve sosyal işleri bir türlü arzu edildiği şekilde düzelemedi. Bunu fırsat bilen İngilizler ve İtalyanlar, 1869 yılında Tunus'un mali işlerini düzeltmek için ülkenin maliyesini murakabe altına aldılar. Bu üç devlet, aralarında 12 Mayıs 1881 yılında bir anlaşma yaparak, İngiltere'nin Mısır'ı işgalinden bir yıl önce Fransızlar, Tunus'tan İtalyanları kovmak bahanesiyle ülkeye asker çıkarıp işgal ettiler.

  Tunuslular, ülkelerini işgal eden Fransız kuvvetleri ile 7 yıl savaştılar. Fakat, sonunda imkanları elvermeyince Fransızlara karşı boyun eğip ülkenin sömürge olmasını mecburen kabullendiler. Böylece Tunus, 1881 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmış oldu.

  Tunus'un bir müstemleke haline getirilmesine razı olmayan Tunus münevverleri, bağımsızlıklarına kavuşmak için 1907 yılında Genç Tunuslular Fırkasını kurdular. Birinci Dünya Savaşı'nda ortaya atılan, ''Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'' prensibi Tunuslulara ümit verdi. Ve hemen 1920 yılında Düstur partisini kurdular. Bu parti, Tunus için arzu edildiği şekilde çalışamadığından ve çalışmadığından, 1930 yılında daha dinamik ve enerjik hareket edilmesini isteyen gençler, yavaş yavaş partiden ayrılarak, 1934 yılında Yeni Düstur Partisi'ni kurdular. Bu partinin başına da genç, kültürlü ve enerjik bir zat olan Habib Burgiba'yı getirdiler.

  Yeni Düstur Partisi'nin lideri Habib Burgiba, hemen Tunus'taki aşiretler arasında dolaşarak vatan ve millet şuurunun uyanmasına çalıştı. Onun bu hareketini beğenmeyen Fransızlar, aynı yıl içinde, yani 1934 yılında Habib Burgiba'yı yakalayıp sürgüne gönderdiler.

  İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanlar, 1942 yılında Habib Burgiba ve arkadaşlarını serbest bırakarak, Tunus'a dönmesini sağladılar. Savaşın sonlarına doğru Burgiba, Tunus'tann kaçarak Arap ülkelerine gitti. Her Arap ülkesinden Tunus için yardım istedi. Nihayet, 1949 yılında tekrar Tunus'a döndüğü zaman birçok ülkelerin desteğini kazanmış durumda idi. Bu desteğin gittikçe genişlemesini temin etmek için Habib Burgiba, 1951 yılında Karaçi İslam Kongresi'ne bir heyetle birlikte gitti. Dönüşünde Fransa'yı, hürriyet ve istiklal için ikna etmek üzere bir kabine kurdu. Fakat 1952 yılında tekrar Fransızlar tarafından tevkif edildi.

  Bu ise, istiklallerine kavuşmanın çok yakın olduğunu ümit eden Tunusluların Tunus'ta karşıklıklar çıkarmasına ve Fransızlarla çete savaşlarını yapmalarına sebep oldu. Bu durum karşısında aciz kalan Fransa, 1956 yılında Tunus'a istiklalini vereceğini vaadetti. Bu husustaki anlaşma 1955 yılında imzalandı. Habib Burgiba, tekrar vatanına geri döndü. 1956 yılında Fransa, Tunus'un bağımsızlığını tanıdı. Ve 1957 yılında son Tunus beyi Muhammed Emin tahttan indirilerek, Tunus'ta cumhuriyet ilan edildi. Yapılan seçimlerde Habib Burgiba, ilk Tunus Cumhurbaşkanı oldu.

Togo Cumhuriyeti (Togoland Cumhuriyeti)


  Togo Cumhuriyeti'nin halkının yüzde 55'i Şafii mezhebine mensup Müslümanlar olup, ülkenin başkenti Lome şehridir. Afrika'nın güney batısında olan Togo'nun kuzeyinde Volta, doğusunda Dahomey, güneyinde Atlas Okyanusu ve batısında da Gana bulunmaktadır. Ülkenin resmi dili Fransızca olmakla beraber, Togo'da Eve, Hausa ve diğer kabile lehçeleri de konuşulur.

  Togo bölgesinde Müslümanlık ülkenin kuzey tarafına girmiş, fakat güney taraflarına pek yayılamamıştır.

  Togo'nun nüfusu, 13. yüzyıla kadar pek az iken, bu yüzyılda doğudaki kabilelerin baskısına dayanamayan Eve kabilesi, buraya göç ederek yerleşmiştir. Böylece ülkenin nüfusu kilometrekareye 5 kişi düşecek duruma yükselebilmiştir.

  Togo'nun tarihine ait bilgilere 19. yüzyıldan itibaren sahip bulunmaktayız. 1880 yılında Almanlar buraya gelerek Togo'yu kendilerine müstemleke yaptılar. Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa ve İngiltere, Almanları buradan çıkararak kendileri yerleştiler. Savaş sonunda Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam), Togo'yu ikiye ayırarak Altın Sahili tarafını İngiltere'ye, Dahomey taraflarını da Fransa'ya verdi.

  İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Togo, Birleşmiş Milletler'in idaresine geçti. 1956 yılında İngiltere, kendi bölgesini Gana'ya kattı. Fransız bölgesi ise bağımsız kalmak istedi. Ve 1961 yılında Birleşmiş Milletler'in isteği üzerine Fransız kısmı bağımsız oldu.

  1963 yılında ilk Togo cumhurbaşkanı, bir ihtilal ile öldürülerek devletin idaresini yedi kişilik askeri cunta eline aldı. Halen Togo cumhuriyetini bu cunta idare etmektedir.

2 Ağustos 2016 Salı

Tanganika ve Zengibar (Tanzanya)


  Tanganika ve Zengibar ülkelerinin her ikisine birden Tanzanya ülkesi denmektedir. Bu iki ülkeden Tanganika'nın nüfusunun yüzde 60'ı ve Zengibar'ın nüfusunun yüzde 99'u Şafii ve Harici mezheplerine mensup Müslümanlardan olup, ortak başşehri Darü-s Selam şehridir.

  Afrika'nın doğusunda bulunan Tanganika'nın kuzeyinde Uganda ve Kenya, doğusunda Hint Okyanusu ve Zengibar adası, güneyinde Mozambik ve Kuzey Rodezya, batısında da Kongo bulunmaktadır. Zengibar ülkesi ise bir ada olup, batısındaki en yakın ülke Tanganika ülkesidir.

  Tanzanya ülkesinin resmi dili İngilizce olup, ülkede en çok Swahili ve diğer Afrika diller konuşulur.

  8. yüzyıl ile 11. yüzyılda Araplar, doğu Afrika kıyılarında birçok küçük devletler kurmuşlardı. Tanzanya Cumhuriyeti'nin Tanganika bölgesinin tarihinin ana hatları bu küçük devletlerden 11. yüzyılda yaşayan Zenc sultanlığı ile az çok bilinmektedir. Zenc Sultanlığı, hükümet merkezi doğu Afrika kıyısında Kilva şehri olmak üzere bir siyahi Müslüman devleti idi. Bu devlet, 15. yüzyılın sonlarına kadar yaşamıştır.

  Zenc sultanlığının hükümet merkezi olan Kilva şehri, kuzey ile doğu arasındaki ticaret yolu üzerinde olduğu gibi, Çin ile de doğrudan doğruya ticaret yaptığı için oldukça terakki etmişti.

  15. yüzyılda Portekizliler, Afrika sahillerinde birçok yerleri işgale başlayınca, Zenc sultanlığı da yavaş yavaş çökmeye başladı. 16. yüzyılın başlarında, yani 1505 yılında Portekizliler, Zenc sultanlığının hükümet merkezi olan Kilva şehrini zaptederek buradaki 300 cami ile birlikte şehri yakıp yıktılar. Sonra kuzeye doğru ilerleyerek Mombasa ve Mogadişu şehirlerini zaptettiler.

  1652 yılında Arabistan'daki Umman sultanlığı, Mozambik'in kuzeyindeki Portekizlileri hezimete uğratınca, o zamana kadar Portekizlilerin baskısı altında tutulan Tanganika bölgesi rahat bir nefes aldı.

  1832 yılında Umman Sultanı Seyyid Said, hükümet merkezini Umman'daki Maksat şehrinden Zengibar'a nakledince, Tanganika bölgesi önem kazanmaya başladı. 1856 yılında Sultan Said vefat edince, ülkesi iki oğlu arasında pay edilerek, Tanganika ve Zengibar, Mecib bin Said'in hissesine düştü. Mecid bin Said de, 1870 yılında vefat edince, yerine küçük kardeşi Bargeş bin Said sultan oldu. Bargeş bin Said, herkes tarafından Zengibar sultanı olarak kabul edildi. Zengibar sultanlığı, Delgado burnundan Somali'ye kadar bütün sahil boylarını içine alıyordu.

  1888 yılında kendilerine müstemleke arayan İngiltere, Almanya ve İtalya, Zengibar sultanlığının topraklarına göz diktiler. Ve derhal harekete geçerek sultanlığın topraklarının büyük bir kısmını aralarında paylaştılar. Bargeş bin Said öldüğünde, yerine geçen Seyid Halife Abdullah'a yalnız Zengibar Adası kalmıştı. Burası da İngiltere'nin himayesi altında idi. Buna karşılık Almanlar, Tanganika bölgesini almışlardı.

  Birinci Dünya Savaşı esnasında, 1916 yılında İngilizler, Tanganika'yı Almanlardan almaya muvaffak oldular. Savaş, 1918 yılında sona erince, müttefikler burasını, İngiltere'nin idaresine bıraktılar. Dünya Savaşı'nı müteakip kurulan Cemiyeti Akvam da 1922 yılında İngiltere'nin durumunu tasdik etmekten başka bir şey yapamadı.

  İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, yani 1946 yılında Tanganika, Birleşmiş Milletler'in idaresine verildi. Bir müddet sonra Tanganika, 1961 yılında İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı olarak bağımsız hale geldi. Ertesi yıl, yani 1962 yılında Tanganika'da cumhuriyet ilan edildi.

  1963 yılında ise Zengibar, İngiltere'den ayrılmaya muvaffak olarak bağımsızlığını ilan etti.

  Zengibar Sultanı Seyyid Halife Abdullah, 1960 yılında ölünce, yerine geçen Çemşid bin Abdullah, bu sıralarda Zengibar'ın sultanı idi. Zengibar bağımsızlığına kavuştuktan sonra, ertesi yıl, yani 1964 yılında ülkede yapılan bir ihtilal ile Çemşid devrilerek, Zengibar'da cumhuriyet ilan edildi.

  Bundan 4 ay sonra da Zengibar ve Tanganika millet meclislerinin aldıkları birer karar ile, iki ülke birleştirilerek Tanzanya Cumhuriyeti adını aldılar. Tanganika cumhurbaşkanı, anlaşma gereğince başkan; Zengibar cumhurbaşkanı da başkan yardımcısı olarak iş başına getirildiler. Halen devlet bu suretle idare edilmektedir.

  Şubat 1979'da Tanzanya, komşusu Uganda'ya saldırdı. Tanzanya'daki Uganda geçici hükümeti, 11 Nisan 1979'da Uganda'nın merkezi Kampala'yı işgal ederek, Uganda hükümdarı İdi Amin'i, Libya'ya kaçmaya mecbur etti. Ülkede demokrasiye dönüş yapıldı. Ve yapılan seçimlerde Tanzanya'nın desteklediği parti kazandı.

Doğru Diyet Uygulamaları ile Sağlıklı Kilo Verme

Diyet uygulamalarında oldukça önemli olan noktalar bulunmaktadır. Bunlara dikkat edilmediği takdirde ne kadar uğraşırsanız uğraşın kilo verme süreciniz oldukça uzamaktadır.

 Diyet uygulamalarında oldukça önemli olan noktalar bulunmaktadır. Bunlara dikkat edilmediği takdirde ne kadar uğraşırsanız uğraşın kilo verme süreciniz oldukça uzamaktadır. Bir diyeti başlamadan bitirmenizi sağlayan en önemli noktalardan biri değişiklikler birden ve hızlı olarak yapmaktadır.

  Eğer günlük yaşantınızda sürekli kola ve patates tüketiyorsanız bir anda bırakıp başka besinleri tercih etmek doğru diyet uygulamanızı başarısızlığa yönlendirecektir. Bu nedenle uzmanlar tarafından beslenme alışkanlıklarınızı yavaş yavaş değiştirmeniz tavsiye edilmektedir.

  Kilo verme sürecinde uygulayacağınız doğru diyet programınız için bir diğer destekleyici hiç şüphesiz kalori saymaktadır. Bu ilk bakışta bir işkence gibi görülse de yediğiniz besinleri takip etmenizin en basit yoludur. Aldığınız kaloriyi bilerek günlük spor aktivitelerinizi bu doğrultuda hazırlarsanız kilo verme sürecinizi hızlandırmış olursunuz.

  Eğer kilo vermeyi kafaya koyduysanız kendi yemeğinizi kendiniz hazırlamaya dikkat etmelisiniz. 

  Unutmayın kendinizin hazırlayacağı yemekler dışarıdakilere oranla çok daha sağlıklı ve daha az kalorilidir.

  Herkes tarafından bilinen doğru diyet yöntemlerinden bir diğeri de sık ve az yemektir. Kilo verme sürecinde baş düşmanımız açlıktır. Açlık duygusu yaşayan birçok kimsenin gözü yemekten başka bir şey görmemektedir. Bu da kontrolü kaybederek çok yememizi tetiklemektedir. Bu problem ile karşılaşmamak adına küçük porsiyonlar halinde ve sık sık yemeye dikkat edilmelidir.

  Herhangi bir diyet programı uygulamıyor olsak bile su tüketmek her insan için oldukça önemlidir. 

  Kola, meyve suyu, gazoz ve şekerli içecekleri su ile değiştirmek doğru diyet için oldukça faydalıdır. Bu içeceklerin hiçbir doyurucu özelliği yoktur ve her biri oldukça yüksek kaloriye sahiptir. 

  Bunların yerine su tüketerek hem sıvı ihtiyacımızı gönül rahatlığı ile karşılayabilir hem de metabolizmamızı hızlandırarak kilo verme sürecimizi de hızlandırmış oluruz.

İdrar Kaçırma Nedir? Belirtileri Nelerdir ve Tedavisi Nasıl Olur?


  Yaşlı hastalarla haşır neşir olan doktorların en çok karşılaştıkları hastalıklardan bir tanesi de “idrar kaçırma”dır. Yaşın ilerlemesi ile birlikte idrar kaçırmanın artması söz konusu olabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bu hastalın yaşlanmanın vermiş olduğu fizyolojik değişimlerden değil, her yaşta yaşanabilecek patolojik değerlerden olduğu bilinmelidir. Bu hastalık, kişiler tarafından saklanmakta ve doktorlara bildirilmemektedir.

  İdrar kaçırma, yaşlı hastalarda tuvalete çabuk gitme isteği yüzünden düşmelere ve kişilerde cilt sorunlarına sebebiyet vermektedir. Ayrıca bu hastalık özellikle hasta kişilerde bakımevine yerleştirilme riski taşımasına, yaşam kalitesinin azalmasına, kendine saygı ve güvenin azalmasının yanı sıra psikolojik olaylara da sebebiyet verirken bakımı ilgilenen kişide depresyona ve tükenmişliğe sebebiyet vermektedir. Üriner inkontinansın tedavisinde yaşlılarla gençler arasında farklılık görülmektedir.

  Hastanelerde yatılı olan her 3 hastadan birinde veya yatılı olmayan hastaların yaklaşık olarak yarısında üriner inkontinans dediğimiz durum geçicidir. Eğer üriner inkontinans tespit edilmiş ise, hastalığı iyileştirme yolundaki nedenler tespit edilmelidir. En çok görülen geçici üriner inkontinansların nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz.
  • Deliryum
  • İnfeksiyonlar
  • Atrofik Vajinit Üretrt
  • Psikojenik İlaçlar
  • İdrar Çıkışındaki Artış
  • Harekette Kısıtlılık
  • Fekal İmpakttır.
  Eğer geçici üriner inkontinanslar tedavi edilmezse kalıcı ve kronik duruma dönüşebilir.

  İdrar kaçırmanın tedavisi bulunmaktadır. Fakat, bu hastalığa sahip kişiler tarafından devamlı surette saklandığı ve doktorlar ile paylaşılmadığı için tedavi zorlaşmaktadır. İdrar kaçırma hastalığının tedavisinde bazı zamanlar ameliyat gerekirken, bazı zamanlar kişilerin yaşamlarında yapılan değişiklikler ve ilaçlarla tedavi edilebilmektedir.

Ayak Terlemesine Bitkisel Çözüm


  Bir çok kişide oluşan sağlık sorunlarından birisi de “ayak terlemeleri”dir. Ayakların çok fazla terlemesinin nedeni ise vücudumuzda bulunan ter bezlerinin çok fazla çalışmasındandır. Bunun yanı sıra kalın çorap giyimi veya normal vücut sıcaklığının düşmesi de kişilerde ayak terlemesine sebebiyet verebilmektedir. Ayak terlemelerinde kişilerin ayak kısımlarındaki deride kabarma,bu kısımlarda mantar üremesi ve tahriş olması mümkündür. Mantara bağlı olarak ayaklarda kaşıntı meydana gelebilir. Fakat ayak terlemelerinde en önemli durum ise, ortaya çıkan kötü kokulardır. Bu kötü kokular kişide utanma duygusu yaratarak sosyal hayattan uzaklaşmasına sebebiyet verebilir.

  Dışarı çıkmamak, devamlı evde olmak isteyebilir. Bunun önüne geçmek için giyilen ayakkabı ve terliklerin yanı sıra çoraplarımızı da sıklıkla değiştirmeliyiz. Böylece ayaklarda oluşabilecek terlemenin önüne geçebiliriz.

  Aşırı terlemesi olan insanlar, sürekli olarak banyo yapma, çorap ve ayakkabı değiştirme ihtiyacı hissederek zaman kaybedebilirler. Ayrıca ayak terlemesi olan kişiler, yeni ayakkabı ve çorap alımı ve koku önleyici kremler gibi bir çok şeye ekstra para ödeyerek maddi kayba uğrayabilirler.

 Ayak terlemelerinde bitkisel tedavi sıklıkla uygulanmaktadır. En çok uygulanan bazı bitkisel tedavi yöntemleri ise şunlardır.

1. Yöntem: 1 çorba kaşığı lavanta yağını, 1 çorba okaliptüs yağını ve 1 çorba kaşığı tentürdiyotu 1 kova ılık suyuna içine karıştırdıktan sonra dökünüz. Bu suyun içinde ayaklarınızı 15-20 dakika kadar bekletiniz. Ayak terlemeniz geçinceye kadar bunu her gün tekrarlayınız.

2.Yöntem: 7 damla kekik yağını 1 çorba kaşığı pudranın içine damlattıktan sonra ayaklarınıza sürünüz. Ayak terlemeniz geçinceye kadar bu işlemi her gün yatmadan önce tekrarlayınız.

Fransız Kadınlar Neden Şişmanlamazlar?


  Dünya’daki bir çok kişi, harika ve fazlasıyla kadınsı görünen Fransız kadınların neden fazla kilo almadığını hep merak etmiştir.Bu merak edilen sorunun cevabı henüz Fransız kızların kadınlığa ilk adımlarını atmadan önce öğrendikleri: “Her öğününü küçük parçalara bölerek ve severek ye.” öğretisinde yatıyor. Bu sır tam olarak özümsendiğinde ve genç kızlar yavaş yavaş kadın olmaya başladığında onlara başka bir sır öğretilir: “Yemek tariflerini iyi uygula , İyi baharatlar iyi harçlar kullan.” Taze ve mevsimlik malzemeler kullanılarak bişirilen kendini kanıtlamış yemeklerin tadı ve aroması Fransız kadını ve erkeğinin ortaya harika bir şey çıkarmasını sağlıyor. Geriye her lokmada damaklardaki lezzetin memnuniyetini yaşamak ve bir sonraki lokma için sabırsızlanmak kalıyor.
Peki Fransız kadınların şişmanlamamasının tek sebebi bu mu? Tabi ki hayır…
Fransız kadınlar şişman değiller çünkü yedikleri yemeklerin mükemmelliğini farketmek, ve ne kadar yiyeceklerini kontrol etmek onların doğasında var. Onlar için hamur işleri ve kremalı soslar kontrollü bir şekilde tüketildikleri sürece yasaklanması gereken yiyecekler değillerdir. Onlar yemeklerini sağlığa faydalı pratiklere göre pişirir, taze ve besin değeri yüksek malzemeler kullanırlar. Arkadaşlarıyla beraber sakin ortamlarda yemek yemeyi sever ve öğünleridnen herhangi birini geciktirmez veya atlamazlar. Kahvaltı dışındaki öğünlerle şarap tüketirler. Kilometrelerce koşmaz ya da spor salonlarına gidip formlara imzalar atmazlar.
Buraya kadar okuduklarınız, Fransız kadınının beslenme biçiminin (alışkanlık haline getirilmiş besin değeri düşük yemekler yemek, tıka basa, bir masaya oturmadan ayak üstü, alelacele ya da yediğiniz yemekten keyif almanızı engelleyen herhangi başka bir durumda, biriyle konuşurken ya da kafanızı telefona gömmüşken, gürültülü bir ortamda, tıka basa şekerle doldurulmuş içecekler tüketerek) vucuda zarar veren beslenme alışkanlıklarından çok farklı olduğunu, yürümek yerine 20 dakika boyunca giriş kapısına yakın bir yer bulmaya çalışmanın; bir manyak gibi koşarak aşırı şekilde eklemleri yormanın doğal olarak yapılan sporun yerini tutamayacağını gözler önüne seriyor.Onlar için yemek yemek de yediklerini eritmek de doğal süreçler ve aşamalar gerektiriyor. İşte Fransız kadını zarif görünümünü bu doğallığına borçludur. Fransızlar sağlıklarını ,yedikten sonra kazanmaya değil yemeye başlamadan, korumaya çalışırlar. Bu yüzden “yedikleri her lokmanın sehabını yaparlar.”

Detoks Diyeti Nedir?





Bu aralar birçok kişi tarafından oldukça sık olarak tercih edilen bir tür diyette detoks diyeti olarak bilinen uygulamadır.

  Bu aralar birçok kişi tarafından oldukça sık olarak tercih edilen bir tür diyette detoks diyeti olarak bilinen uygulamadır. Söz konusu uygulama ile vücutta bulunan zararlı toksinler vücuttan hızla atılmaktadır.

  Her ay düzenli olarak binlerce kişi detoks diyeti uygulamaktadır. Kimi uzmanlara göre söz konusu diyetin kilo vermede oldukça faydalı etkileri olduğu düşünülürken kimi uzmanlar içinse kilo vermeye herhangi bir katkı sağlamayan sadece vücudu zararlı toksinlerden arındıran bir uygulama olarak görülmektedir.

  Uzun süreli yapılabilecek bir diyet türü olmayan detoks diyeti daha çok arınma olarak bilinmektedir. Hemen hemen herkese göre farklı uygulamalar bulunmaktadır. Bu nedenle bilirkişi ve uzman tarafından tamamen kişiye özel olarak uygulanmalı ve kesinlikle uygulamayı yaptıran kişinin sürekli olarak uzman kontrolünde olması gerekmektedir. Aksi halde sağlığınıza kavuşmak isterken sağlığınızdan olmanız mümkündür.

  Hemen hemen herkesin hayatının belirli dönemlerinde detoks diyeti yapmaları önerilmektedir. 

  Netice itibari ile profesyonel bir uzman referansı ile yapılan uygulamadan yapan herkes mutlaka verim almaktadır.

  Bireylerin detoks diyeti uygulamasına başlamadan önce mutlaka yeteri kadar bilgi alması gerekmektedir. Vücudu arındıran bir diyet olmasının yanı sıra uygulama esnasında dikkat edilmesi gereken birçok noktayı da beraberinde getirmektedir. Örneğin vücuttaki zararlı maddelerin atılmasının sağlanması için söz konusu diyeti uyguladığınız dönemlerde balık, kırmızı et, ekmek, süt, süt ürünleri ve tahıllı ürünler gibi birçok gıdanın tüketilmemesi gerekmektedir. Tüm bu ürünlerin yerine detoks diyeti uygulayan bireylere mutlaka taze meyve ve sebze tüketmeleri önerilmektedir.

  Peki detoks diyetinin faydaları nelerdir? Detoks ile vücudumuzda bulunan sindirim sistemi ve bağırsaklar temizlenmektedir. Bu sayede ciddi bir rahatlama sağlanır. Ayrıca anti-aging, kilo vermeyi sağlama ve gençleştirme gibi birçok faydası da bulunmaktadır.

Bebek Gelişiminin 1 Yıllık Evreleri


  Anne karnındaki 9 aylık bir süreçten sonra bebeğimiz doğduktan sonra çeşitli gelişim evreleri olmaktadır. Yapılan araştırmalarda bebeklerin %95’inde evreler aynı seyirde seyretmektedir. %5lik kısımda ise, bebek ya normal gelişim evresini daha hızlı tamamlamakta ya da evreyi tamamlamak için geç kalmaktadır. Sizler için bu gelişim evrelerini araştırdık ve paylaşmak istedik. İşte bebeğinizin doğduktan sonra ilk 1 sene içinde oluşacak gelişim evreleri.

1.Ay: 1. ayda bebekler devamlı olarak uyumaktadırlar. Ayrıca dışarıdan gelebilecek seslere karşı tepkiler vererek sesleri merak etmektedirler. Bu evrede dikkat etmeniz gereken fotoğraf çekerken flaş kullanmamanız. Yoksa bebeğinizin gözlerine zarar verebilirsiniz.

3. Ay: 3. aydaki evrede aşı yapılmamakta ve bebeğin olası gelişim evreleri takip edilmektedir. Yine seslere tepki vererek bu sefer bu sesleri takip etmeye çalışmaktadır. Ayrıca çeşitli nesneleri göz ile incelemeye de başlamışlardır.

5.Ay: 5.aydaki evrede bebekten kan alınarak kan değerleri ölçülür. Bunun nedeni ise, yanlış beslenmenin doğuracağı sonuçları engellemek ve dengeli beslenmesini sağlamaktır. Bu ayda yavaş yavaş yumuşak katı gıdalar vermeye başlayabilirsiniz.

7.Ay: 7.ay evresi genellikle bebeğin yürümeye isteğinin çoğaldığı aydır. Bebek çevresindeki bazı nesnelere tutunmaya çalışarak yürümeye çalışacaktır. Babba, annee, dütt dütt gibi sözcükleri duymanız olasıdır fakat bunu bilinçli olarak söylememektedir.

9.Ay:  9.ayda bebeğe kızamık aşısı yaptırılmalıdır. Ayrıca bebeğin yürümeye karşı daha da istekli olduğu görülmekte ve bunun neticesinde devamlı olarak çevresindeki nesnelere tutunarak yürümeye çalışmaktadır.

12.Ay: 1 yaşına dolduracağı ay önemli bir aydır. Bu ayda bebeğin verem aşısı kontrolü yapılması gerekmektedir. Eğer daha önce yapılan verem aşısı tutmamış ise,verem aşısı yeniden yapılmalıdır. Ek olarak bu ayda bebek yürümeye yavaş yavaş başlamıştır.

Stanley Kubrick


  46 yılda sadece 13 filme imza attı Stanley Kubrick…  “2001: A Space Odyssey – 2001: Bir Uzay Macerası”ndan, “Dr. Strangelove”a, “A Clockwork Orange – Otomatik Portakal”dan “Full Metal Jacket”e kadar sinema tarihinde önemli yerler tutan filmler yönetti ve Amerikan sinemasının en farklı, en yenilikçi, en mükemmeliyetçi, en efsanevi yönetmenlerinden biri oldu.

  Stanley Kubrick 1928′de New York’ta doğdu. Babasının, okulda dersleriyle fazla ilgilenmeyen Stanley’i satrançla tanıştırması ve 13 yaşındayken de bir fotoğraf makinası alması, onun hayatını değiştirdi. New York’ta dolaşarak sık sık fotoğraflar çeken Stanley, çektiği fotoğrafları Look dergisine gönderdikten sonra 17 yaşındayken bu dergi için çalışmaya başladı. Sonraki yıllarda zaman zaman dergi için fotoğraflar çekti ve iyi bir sinema seyircisi oldu. Arkadaşı Alexander Singer ile sinemaya adım atma kararı alan Kubrick, 1951′de tüm birikimlerini toparlayıp “Day Of the Fight” adında bir belgesel çekti. Bunu izleyen iki belgesel “Flying Padre” ve “The Seafarers” sayesinde yapımcıların dikkatini çeken Kubrick, 1953′te “Fear and Desire”ı yapmayı başardı. İlk evliliği bu filmin çekimleri sırasında sona eren Kubrick, ilk filmiyle yönetmen olarak iyi eleştiriler aldı.

  Kubrick, sonraki iki filmi “Killer’s Kiss” (1955) ve “The Killing” (1956) sayesinde Hollywood’un da dikkatini çekti. 1957′de “Paths Of Glory”de Kirk Douglas’ı yönetti. Daha sonra Douglas, Kubrick’i arayıp “Spartacus” projesini devralmasını isteyecekti. Kubrick, filmi yönetmeyi kabul etti etmesine, ancak sette Kubrick’in tarzını benimsemeyenler de oldu: Görüntü yönetmeni Russell Metty, Kubrick’in görüntü yönetmeninin işini de yaptığından şikayetçiydi. Kubrick ise Metty’den susup oturmasını istedi. Sonuçta Metty, en iyi görüntü yönetmeni Oscarı’nın sahibi oldu.

  Kubrick’in sonraki projesi Marlon Brando‘nun rol alacağı “One Eyed Jacks” olacaktı ancak anlaşma sağlanamayınca Brando filmi kendisi yönetti. İkinci evliliği de yürümeyen ve Hollywood’la da yıldızı barışmayan Kubrick, İngiltere’ye yerleşti ve o tarihten sonra tüm filmlerini İngiltere’de çekti.

  Kubrick’in İngiltere’de çektiği ilk film 1962′de Nobokov’un ünlü eseri “Lolita” oldu. Daha sonra Kubrick, bir ilke daha imza attı. Dram olarak yazdığı “Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb”un çok fazla ciddi konu barındırdığını düşünen Kubrick, filmi bir komedi olarak çekerek, nükleer tehlike hakkında yapılmış ilk komedi filmine imza atıyordu.

  “Dr. Strangelove”ın eleştirel ve ticari başarısı, Kubrick’e o andan sonra istediği her projede çalışma olanağını sağlayacaktı. O dönemde Kubrick, çeşitli projeler üzerinde çalışmayı sürdürüyordu: Hollywood’un ilk pornografik filmi hakkındaki “Blue Moon”, epik bir tarihsel biyografi olan ve stüdyoların para yatırmaya yanaşmadığı “Napoleon”, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupası’nda geçen “Wartime Lies”, ve daha sonra “Eyes Wide Shut – Gözü Tamamen Kapalı” adıyla çekeceği “Rhapsody”… Ama sonraki filmi Arthur C. Clarke’ın eserinden uyarlanan “2001: A Space Odyssey – 2001: Bir Uzay Macerası” oldu. “2001″, bir kült filme dönüştü, pek çok yönetmeni ve filmi etkiledi ve bilim-kurguda bir başyapıt olarak anıldı.

  Kubrick, “Lolita”dan sonra bir kez daha 1971′de büyük tartışma yaratan bir film yönetecekti: “A Clockwork Orange – Otomatik Portakal”. Anthony Burgess’in eserinden uyarlanan film, cinsellik ve şiddete yaklaşımı ile tepki toplayacaktı. 1975′te “Barry Lyndon”ı yönetmeye başlarken artık Kubrick, mükemmeliyetçiliğiyle bir efsane olmuştu. Oyuncular ara vermeden aynı sahneleri tekrar tekrar çekileceğinden haberdardılar artık…

  “Exorcist”in devam filmini çekmesi teklif edilen Kubrick, 1980′de kendi gerilimine imza atmayı tercih edecekti. “The Shining”, eserin sahibi Stephen King tarafından beğenilmedi, ancak kimi eleştirmen ve izleyiciler için bu film, bir kült filme dönüştü. “The Shining” için Kubrick’in kullandığı film ise ayrı bir rekor. 142 dakika süren film için 14500 dakikalık çekim yapılmış. (Normal bir filmde ise, filmin süresinin 5 ila 10 katı kadar çekim yapılıyor.) Aradan 7 yıl geçti ve Kubrick bu kez “Full Metal Jacket”le geri döndü. 1987′den 1999′a kadar “Eyes Wide Shut” ve Brian Aldiss’in “A.I”ı üzerinde çalışan Kubrick, Tom Cruise ve Nicole Kidman’la büyük gizlilik altında çektiği “Eyes Wide Shut – Gözü Tamamen Kapalı”nın kurgusunu tamamladıktan kısa bir süre sonra hayata veda etti…

  Kubrick Üzerine Notlar

  İlk eşi Toba Etta Metz Kubrick, “Fear and Desire”da diyalog yönetmeniydi. İkinci eşi Ruth Sobotka Kubrick “Killer’s Kiss”te bir balerindi. Üçüncü ve 41 yıl evli kaldığı eşi Christiane Kubrick ise “Paths Of Glory”nin sonunda çıkan Alman şarkıcı (filmdeki tek kadın karakter) idi.

  Filmlerinde sık sık klasik müzik eserlerini kullanırdı. (“2001″de “Mavi Tuna” ve “Otomatik Portakal”da “Beethoven’ın 9. Senfonisi” gibi)

  Umberto Eco’nun “Foucault’s Pendulum” adlı romanını sinemaya uyarlamak istedi ancak “The Name Of The Rose – Gülün Adı”nın uyarlamasından memnun kalmayan ve senaryoyu kendisi yazmak isteyen Eco’yla anlaşamadı.

  Kubrick, ilk filmi “Fear and Desire”ı kimse izlemesin diye tüm kopyalarını satın almak istemiş.

  “Spartacus” 12, “2001″ ise 10.5 milyon dolara malolmuş. Bu rakamlar o dönem için çok yüksek rakamlar sayılıyormuş. “2001″in 21 milyon dolar iş yapması ise stüdyo yöneticilerini çok memnun etmiş.

  Sette, çektiği film hakkında konuşmaktan ve filmlerinin bitmiş halini izlemekten hoşlanmazdı.

  “Otomatik Portakal”ın İngiltere’de çeteler oluşmasına yol açtığını duyan Kubrick, filmin yaşadığı sürece bu ülkede gösterilmesini istememişti. “Otomatik Portakal”, ancak 2000 yılında İngiltere’de vizyona girdi.

  Tüm Kubrick filmlerinde banyoda geçen bir sahne vardır.

  1975 yapımı “Barry Lyndon”da görüntü yönetmeni John Alcott’la ilk kez mum ışığında çekim yapma tekniğini geliştirmiştir.

  1993′te üzerinde çalışmaya başladığı “A. I”ı ölümünden sonra Kubrick’in isteği üzerine Steven Spielberg gerçekleştirdi.

  Tek Oscar’ını “2001″in özel efektleri için aldı. “Dr. Strangelove”, “Otomatik Portakal” ve “Barry Lyndon”la En iyi Yönetmen Oscarı’na aday gösterildi ancak bu ödülü alamadı.

  Ölümünden sonra vizyona giren “Gözü Tamamen Kapalı”, Kubrick’in box-office listesine 1 numaradan giren tek filmi oldu.

Hemoroid (Basur) Nedir? Tedavi Yöntemleri Nelerdir?


Tıp dilinde hemoroid halk arasında ise basur olarak adlandırılan bu hastalık, erkeklerde ve kadınlarda bulunan anüs ve rektum bölgelerinden oluşan bir hastalıktır. Hemoroid, anal bölge veya anüs olarak tabir ettiğimiz bölgedeki toplar damarların genişlemesinden sonra kırmızı veya mor meme şeklinde oluşmasıdır. Ayrıca bu memeler, kişilerin büyük tuvaletlerini yapmaları esnasında koyu veya parlak renkli olarak kanamaktadırlar. Bu memeler zamanla iltihaplanmaya,ağrıya ve kişide ödem oluşmasına sebebiyet vermektedir.
Hemoroid yani basurun nedenlerini sıralayacak olur isek, şu maddelerden bahsetmemiz mümkün olabilmektedir.
* Hemoroidin oluşmasındaki temel neden kabızlıktır.
* Kişilerdeki oluşan çeşitli bağırsak enfeksiyonları da basura sebebiyet vermektedir.
* Kişinin çok fazla alkol tüketmesi basurun oluşmasına neden olur
* Kişinin hijyen kurallarına uymaması ve hijyenik şekilde davranmaması da hemoroidin oluşmasına yardımcı olmaktadır.
* Çok fazla bir etkisi olmasa da prostatın büyümesi basura neden olabilmektedir.
* Devamlı ayakta durmak veya sürekli olarak oturmakta basura sebebiyet verir.
* Ayrıca karın kısmının içinde oluşan çeşitli urlar ve kişilerdeki şişmanlık basurun sebepleri arasında gösterilebilmektedir.
Basur Nasıl Tedavi Edilir?
Hemoroid olarak adlandırdığımız hastalıkta tedavi yöntemi genellikle ameliyat olmaktadır. Bunun nedeni ise hastanın pek fazla bu hastalıkla ilgilenmemesi ve erken tedavi yöntemlerini uygulamamasıdır. Erken tedavi yöntemlerini uygulamayan hastanın basuru büyümekte ve son çare olarak ameliyatla tedavi yöntemi uygulanmaktadır. Basuru tedavi edebilmek için aşağıdaki tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
* Basur Kremleri: Basur kremleri, basurun oluştuğu bölgedeki ödem ve kaşıntıyı giderirken , basurunda yumuşamasına yardımcı olmaktadır.
* Dışkının Yumuşatılması: Kişilerden oluşan kabızlık mutlaka ek tedavi yöntemleri ile tedavi edilmelidir.
* Ilık Su Banyosu: Kişilerde oluşan basurdaki ağrının şiddetine göre günlük olarak 4-5 defa 20 dakikalık ılık suyla taharet yapılmalı ve daha sonrasında sıcak su torbasıyla oturma egzersizleri uygulanmalıdır.
* Ağrı Kesiciler: Basurun şiddetine göre ağrıların kesilmesi için, tablet,iğne ya da krem kullanılabilmektedir.
* Ameliyat: Eğer hasta hiçbir şekilde yukarıdaki tedaviye cevap vermiyor ise, hasta ameliyat ile tedavi edilmektedir. Ameliyat sonrası kişi belli bir süre bir çok sosyal aktivitesinden mahrum kalabilmektedir.

Bağırsak Tembelliği ve Belirtileri Nelerdir? Tedavisi Nasıl Olur?


 Günümüzde bir çok insanda bu rahatsızlığa yakalanma riski bulunmaktadır. Halk arasında genellikle kabızlık olarak belirtilen bu hastalık tıp biliminde ise bağırsak tembelliği olarak adlandırılmaktadır. Bağırsak tembelliğine genellikle, kişilerin hareketsiz yaşama alışmaları ve beslenme alışkanlıklarını değiştirmeleri neden olmaktadır. Bu yüzden kabızlık olarak tabir ettiğimiz rahatsızlığa yakalanmak istemiyorsanız, hareketsiz yaşamdan uzaklaşmalı ve beslenme alışkanlıklarınıza dikkat etmelisiniz.  Bağırsak tembelliğini, haftada üç defadan az olmak kaydıyla büyük tuvalete çıkmak, kuru dışkılama veya dışkıların parça parça çıkması şeklinde tanımlayabiliriz.  Kişiler yedikleri besinleri kalın bağırsak yolu ile makata kadar taşınır ve dışkı tabir ettiğimiz kıvamı alırlar bu da kişide büyük tuvalete çıkma ihtiyacı hissederler. Fakat eğer bu dışkı olarak tabir ettiğimiz sindirilmemiş besinler makata ulaşamaz ise, kişi büyük tuvalete çıkma ihtiyacı hissetmez. Bu da kabızlığa sebebiyet verir. Yaşlı kişilerde kabız olma ihtimali daha da fazla olmaktadır. Bunun nedenini ise, yaşlı kişilerdeki bağırsak hareketliliğinin yavaşlayarak azalması ve kasların zayıflaması olarak söyleyebiliriz. Böylece kalın bağırsaktaki sindirilmemiş besinler makat yoluna gelirken daha geç sürede gelecek ve bu süreç içinde dışkılar kuruyarak kabızlığa neden olacaktır.
Bağırsak tembelliğinin nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz.
  • Aşırı derecede alkol tüketimi
  • Günlük su ihtiyacını karşılamamak
  • Depresyon
  • Çeşitli ilaçlar
  • Uzun süre hareketsiz kalmak
  • Lifli gıdaları çok fazla tüketmemek
  • Kafeinli içecekleri aşırı derecede tüketmek.
  Bağırsak tembelliğini yani kabızlığı yok etmek için size tavsiye edebileceğimiz birkaç yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemler doğal yöntemler olup öncelikle doktorunuza başvurmanızda fayda vardır.
Yöntem 1: 2 çay kaşığı zeytinyağı içmeniz bağırsaklarınızı çalıştırmanıza yardımcı olur.
Yöntem 2: Keçi boynuzu pekmezini tamamen sulandırdıktan sonra içmenizde kabızlığınızı yok etmenize yardımcı olur.
Yöntem 3: Çiğ olarak semizotu sebzesini yemeniz bağırsak tembelliğinizden kurtulmanıza yardımcı olur.

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Boşaltım Sistemi


  Vücudumuzda çoğu zaman gereksiz şekilde bulunan çeşitli maddelerin, hücrelerimizden ve vücudumuzdan atılmasına tıp dilinde boşaltım olarak adlandırılmaktadır. Boşaltım sistemiyse, tüm bu dengeyi gerçekleştirmek üzere çalışan sisteme denilmektedir. Kısacası, boşaltım sistemi, vücudumuzda bulunan gereksiz maddeleri boşaltma işlemini yapan sisteme denir. Boşaltım, vücudumuzun kan hücrelerinde bulunan ve hücrelere zararlı olabilecek maddelerin ayrıştırılarak idrar şeklinde atılmasıyla gerçekleşmektedir. Ek olarak, terlemek ve nefes alıp vermekte bir diğer boşaltım yollarıdır. Boşaltım yapılırken, vücudumuzda bazı organlar işlev görmektedir. Bu organları şu şekilde sıralayabiliriz.
  • Böbrekler
  • Sidik kanalı
  • Üreteler
  • İdrar kesesi
Boşaltım Sistemi Hastalıkları Nelerdir?
Vücudumuzun bir çok sisteminde olduğu gibi boşaltım sisteminde de çeşitli hastalıklar baş göstermektedir. Bu hastalıkları kısaca detaylandıracak olursak şu şekilde bahsedebiliriz.
Böbrek Yetmezliği: Kronik ve akut olmak üzere iki türlü olarak baş gösteren böbrek yetmezliği hastalında, kişide bulunan böbreklerin tam anlamıyla faaliyetlerini yerine getirememesinden dolayı ortaya çıkmaktadır.

Mesane İltihabı: Bu hastalık tıp dilinde sistit olarak adlandırılmaktadır. Kişilerdeki mesanenin yani idrar kesesinin iltihaplanmasıyla oluşmaktadır.
Böbrek Taşı: İdrar yoluyla vücudumuzdan atılamayan çeşitli zararlı maddelerin, boşaltım sistemine çökerek böbrek taşlarının oluşmasına neden olmaktadır.
Nefrit ( Böbrek İltihaplanması): Böbreklerin iltihaplanması sonucu oluşan bir hastalıktır. Kronik ve akut olmak üzere 2 çeşit nefret bulunmaktadır. Kronik nefritte, akut nefretin ileri seviyeleri görülmektedir. Akut nefritte ise, böbrek kısımlarında aniden gelişen ağrılar oluşmakta ve kişinin idrar yaparken ağrı ve yanma hissetmesi baş göstermektedir. Kişideki akut nefrit tedavi edilmez ise kronik nefrite dönüşmektedir.
Üremi: Vücutta bulunan böbreklerin üre seviyesini yeteri düzeyde ayrıştırmaması nedeniyle oluşmaktadır. Ek olarak, kanda bulunan üre miktarının yükselmesi de bu hastalığa sebebiyet vermektedir.
Albümin: Böbreklerde bulunan ve idrar süzme işlevi gören kapsüllerin, bu görevini düzgün bir şekilde yapamaması sonucu oluşmaktadır.
Boşaltım Sistemi Hastalıkları Belirtileri Nelerdir?
Kişilerde genel olarak aşağıdaki belirtiler görülmektedir.
  • Yüksek ateş ve terleme
  • Devamlı olarak idrar yapmaya çıkma isteği
  • Karın bölgesinde ve kasık kısımların şiddetli ağrı.
  • Yorgunluk
  • İdrar yaparken ağrı ve yanma
  • Ayak ve ellerde şişme
  • İdrara hiç çıkamama durumu
  • Kişinin idrarının kötü kokması veya bulanık olması
  • İdrarın kanlı olması
  • Bulantı veya kusma
gibi  çeşitli belirtiler böbrek hastalıklarının habercisidir.
Böbrek Hastalıklarına Şifalı Bitkiler
  • Ayrıkotu: Mesanede ve böbrekte bulunan taşları düşürmeye yardımcı olur.
  • Isırgan otu: İdrar yollarını temizler
  • Badem: Böbrek ve mesane iltihaplarının iyileşmesine yardımcı olur
  • Enginar: Böbrek taşı düşürülmesine yardımcı olur.
  • Pırasa: Böbrek taşı ve böbrek kumu düşürülmesinde etkilidir.
  • Turp: Böbreklerde bulunan mikropları yok eder.

31 Temmuz 2016 Pazar

Kemik Erimesi (Osteoporoz)


Bu hastalık halk arasında kemik erimesi, tıpta ise osteoporoz olarak adlandırılmaktadır. Kemik erimesi kişilerin kemiklerinden bulunan bazı dokuların yavaş yavaş azalmasından dolayı, kemiklerdeki dayanıklılığın yok olması sonucu oluşmaktadır. Eğer bir kişide kemik erimesi yüksek şekilde seyrediyorsa, bu kişideki kemiğin kırılganlığının da yüksek olması demektedir. Kemik kırılganlığının başlamasından hemen sonraki evre ise, kemik erimesidir. Kemik erimesi hastalığını önleyebilme imkanımız vardır. Çünkü kemiklerin yapıları kendini devamlı olarak yenileyebilen doku özelliğine sahiptirler. Kişilerdeki kemik yoğunluğu 35 yaşına kadar ne kadar çok arttırılır ise, ilerleyen yaşlarda olası kemik erimesi hastalığını en düşük seviyede tutabilme olanağı doğmaktadır ve böylece kemik erimesi hastalığını engelleyebiliriz.

Kemik Erimesi Kimlerde Görülür?
Kemik erimesi hastalığı bayanlara nazaran erkeklerde çok nadir olarak görünmektedir. Bayanlarda daha çok görülen osteoporoza yakalanma riski sıklıkla şu gruplarda görülmektedir.
  • Menopoza giren kadınlar
  • Yapay menopoza veya erken menopoz giren kadınlar
  • Testosteron miktarı azalan erkekler
  • Genetik olarak ailede bu hastalığın olması
  • Kafeinin çok fazla tüketimi
  • D vitamini eksikliğine sahip kişiler
  • 50 yaş üzeri erkek ve bayanlar
  • Tiroid ve kanser ilaçlarını aşırı dozda kullanan k imseler
  • Uzun süreli felçli kimseler,tiroid,kanser ve şeker hastalığına sahip olan kişiler
yüksek derecede risk grubuna girmektedirler.
Kemik Erimesinin Belirtileri Nelerdir?
Osteoporoz hastalığına yakalanan kişilerde belirtiler genellikle aynıdır. Bu belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz.
  • Kalça kemiği kısmında oluşabilecek olası kırıklar
  • Bilek kısmında oluşan kırıklar
  • Kişilerde boy kısalması
  • Omur bölgesi kısmında kırıklık
  • Sırtın kamburlaşması ve omuzda yuvarlaklaşma
Kemik Erimesini Nasıl Önleriz?
Osteoporoz yani kemik erimesi hastalığı, bir çok hastalık gibi yavaş seyreden sinsi bir hastalıktır. Erken teşhis diğer hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da önemlidir. Eğer erken teşhis yapılmaz ve geç kalınırsa, sakatlık ve ölüme yol açabilir. Bu hastalığı önlemenin en önemli yolu, 35 yaşına kadar kemik yoğunluğunu en üst seviyede tutmaktır. Ayrıca aşağıdaki maddeler kemik erimesini önlemenize yardımcı olacaktır.
  • Süt ve süt ürünleri düzenli olarak tüketilmelidir.
  • Bol meyve ve sebze yenmelidir.
  • Güneş ışığından gerektiği düzeyde faydalanılmalı, günlük olarak en az 20 dakika vücudumuza almalıyız.
  • Günde en az 30 dakika egzersiz yapılmalıdır.

Bulaşık Makinesinin İcadı


Özellikle bayanların ve bekar erkeklerin işine çok yarayan bulaşık makinesinin nasıl icat edildiğini merak ettiniz mi? Sizin için araştırdık ve ilginç bilgilere rastladık. Bulaşık makinesinin icat edilmesi, 19. yyda Amerika kadınların dolaylı şekilde isyan etmesine dayanmaktadır. 19. yyda Amerikalı kadınlar bulaşık yıkmak istemiyorlardı. Bulaşık için harcadıkları zamanlarını, sosyal aktiviteler için kullanmak ve zamanlarını eğlenerek geçirmek istiyorlardı. Bu yüzden, Amerikalı kadınlar, sosyal hayata daha fazla önem vermek için, temizlikçi kadın tutarak, ev işlerini onlara yaptırıyorlardı. Fakat temizlikçi kadınların, yemek takımlarını önemsemedikleri ve devamlı olarak kırdıklarından bir çoğu şikayetçi idi. Bunun sonucunda, bulaşık makinesi gibi bir çok proje ve fikir, Amerikalı kadınlar tarafından geliştirildi.

Bulaşık makinesinin patentini ilk olarak Josephine Cochran 1885 yılında almıştır. Cochran’ın icat ettiği makinenin çalışma mantığı çok basitti. Makinenin çalışma mantığı ise şöyleydi. Alt kısımda iki adet silindir bulunmaktaydı. Bu silindirden, makinenin iç kısmına su ve sabun pompalanıyordu. Pompalanan suyun, tekrar pompalanması içinse, makine içinde bulunan emici silindirler bulunuyordu. Bu silindirler, suyu geri çekerek, devir daim yolu ile tekrardan makinenin içine pompalıyordu. Evler için icat edilen makinenin yan kısmında bir kol bulunmaktaydı. Bu kolun çekilmesi ile birlikte makine çalışıyordu. Daha büyük işyerleri için üretilen makinelerde ise, buhar gücü kullanılıyordu. Düzenlenen bir fuarda makineyi tanıtan Cochran, ismini herkese duyurmaya başladı. Makinenin üretimini ve pazarlamasını kendisi yaparken, bir çok kişinin evine ve işyerine bulaşık makinesini soktu. Böylece bulaşık makinesini ilk icat eden kişi olarak tarihe geçmiştir.

Sudan Devleti



  Afrika'nın doğusundaki Sudan'ın kuzeyinde Mısır, doğusunda Kızıldeniz ve Habeşistan, güneyinde Kenya, Uganda ve Kongo olup, batısında da Çad ve Libya devletleri bulunur. Halkının %82'sini Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerine mensup Müslümanlar oluşturur. Başkenti Hartum-Omdurman (Ümmü Derman) şehri olup, resmi dili Arapça ve İngilizcedir.

  Hazreti Ömer devrinde Mısır fethedildikten sonra Müslümanlar, güneye doğru yayılmaya başladı. Hazreti Osman devrinde, Mısır Valisi Abdullah bin Saad bin Ebi Serh kumandasındaki bir İslam ordusu Sudan'a karşı savaş ilan ederek Sudan'daki Dangola hükümdarını bir hayli sıkıştırdı. Neticede, 600 yıl kadar sürecek olan bir barış anlaşması, 652 yılında imzalandı. Bu anlaşma gereğince Dangola sultanı, ülkesindeki Müslümanları himaye edecekti.

  1272 yılında Sudan'daki krallık, Mısır ile bozuşunca Sudan kralı, Mısır'daki Kölemenler devletine taarruz etti. Fakat, yenilgiye uğrayarak geri çekilmek mecburiyetinde kaldı.

  1316 yılında Sudan Kralı Abdullah bin Sanbu, İslam dinini kabul ederek ülkeye Müslüman Arapların gelip yerleşmelerine müsaade etti.

  1820 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Sudan'a bir ordu sevkederek ülkeyi zapt ve Hartum şehrini başkent yaptı. Sonra ülkeyi muhtelif bölgelere ayırarak her bölgeyi birer müdür ile idare etmeye başladı.

  Mehmet Ali Paşa'nın vefatından sonra, ülkenin sosyal durumu oldukça bozuldu. Bundan dolayı Sudan'da lağvedilen köle ticareti yine yapılmaya başlandı.

  1874 yılında Mısır hıdivi İsmail Paşa, güney Sudan'ı ıslah etmek için buraya, İngiliz generali Gordon'u vali olarak gönderdi. Gordon, ülkede birtakım ıslahat hareketlerine hemen girişti.

  1881 yılında Sudan'da Muhammed bin Ahmet adında Kadiri tarikatına mensup bir dini lider, Mehdi olduğunu ilan ederek Mısır'a ve dolayısıyla Türk idaresine karşı ayaklandı. Üzerine gönderilen bir Mısır ordusunu yendikten sonra 1883 yılında Batı Sudan'a hakim oldu. Sonra isyanı, doğu Sudan'a sıçrattı. Mehdi'nin kuvvetleriyle Hartum'da çarpışan General Gordon öldürüldü. Bunun sonunda Sudan'daki Mısır kuvvetleri teslim oldu.

  Mehdi Muhammed bin Ahmet, 1885 yılında vefat edince, yerine oğlu Abdullah bin Muhammed geçti.

  Mısır'a hıdiv olan 2. Abbas Hilmi Paşa, 1896 yılında İngiliz generali Kitchener kumandasında bir Mısır ordusunu Sudan'a sevketti. Bu ordu, Dongola'yı geri almaya muvaffak oldu. Sonra, Abdullah bin Muhammed'in üzerine hücum ederek, 1899 yılında onu, Ümmü Derman şehri önlerinde bozguna uğratıp kaçırttı. Ve Abdullah'ın peşini takip ederek aynı yıl içinde Abdullah'ı öldürttü.

  1899 yılında Mısır ve İngiltere, aralarında bir anlaşma yaparak Sudan'da müşterek bir idare kurdular. Bu idare, 1924 yılına kadar iş gördü. Bu yıl, Sudan genel valisi olan İngiliz, Kahire şehrinde öldürülünce, Sudan'da tekrar karışıklıklar çıktı. Bunun üzerine Mısır askeri Sudan'dan tamamen çektilerek buraya İngilizler yerleşti.

  1936 yılında Mısır ile İngiltere arasında yapılan bir anlaşma ile Sudan'da refahın sağlanmasına karar verildi. Bunun sonucu olarak 1938 yılında Sudan'da ilk siyasi parti olan Mezunlar Kongresi kuruldu.

  Daha sonra 1944 ile 1951 yılları arasında mahalli hükümet meclisleri ihdas edildi. Böylece idarenin Sudanlılaşmasına çalışıldı. Bu zaman içinde Sudan'da bulunan Mirgani tarikatı ile Mehdi tarikatı arasındaki rekabet de hızla artmaya başladı.

  Neticede iki tarikat mensupları, 1951 yılında birbirleriyle çatışmak mecburiyetinde kaldılar. Bundan istifade eden Mısır Kralı Faruk, aynı yıl içinde Mısır'ın Sudan üzerinde hakimiyeti olduğunu iddia ederek, İngiltere ile yapılan 1936 Dostluk Anlaşmasını tek taraflı olarak bozduğunu ilan etti. Mısır parlamentosu da Kral Faruk'u, Mısır ve Sudan kralı olarak kabul ve ilan etti.

  Bu değişikliği İngiltere kabul etmedi. Mısır'a, 1899 müşterek anlaşması gereğince hareket etmelerini teklif etti. İki taraf bu mevzuda da anlaşamayınca, iş uzamaya başladı. Fakat, 1952 yılında Mısır'da yapılan bir ihtilal Faruk iş başından uzaklaştırılınca, yerine gelen yeni hükümet, İngiltere'nin isteğini kabul edip, iki tarafın kontrolü altında Sudan'da seçimlerin yapılmasına karar verdiler. Ve 1953 yılında Sudan'da seçimler yapıldı. Ertesi yıl, yani 1954 yılında ilk parlamento açıldı. Seçimi kazanan partiyi beğenmeyen Mehdi tarikatı, başkente doğru yürüyüşe geçti. Bu durum karşısında iktidar, kurnazlığa başvurarak müstakil bir siyaset yolu takip etti.

  1955 yılında İngiliz ve Mısır planları bir kenara itilerek, Sudan'da bağımsızlık ilan edildi. O zamana kadar Sudan'ı işgal altında bulunduran her iki ülke, bu durum karşısında hiçbir şey yapamayarak askerlerini Sudan'dan geri çektiler. Nihayet 1 Ocak 1956 tarihinde Sudan, resmen bayrağını semalarda dalgalandırdı. Ve aynı yıl, bütün siyasi partilerden kurulu bir hükümet meydana getirilerek siyasi çatışmalardan doğan ekonomik düzensizlik giderilmeye çalışıldı. Bu hal iki yıl kadar devam etti.

  Ülkede, Mehdi ve Mirgani taraftarları iç meseleler ve dış siyaset bakımından çatıışma halini hala devam ettirdiklerinden hükümet, 1958 yılında iktidarı orduya devretmek mecburiyetinde kaldı. Siyasi karışıklıklardan bezen halk, bu hareketi olumlu karşıladı. İş başına gelen askeri hükümet, ilk iş olarak dış siyasette bağımsızlığını ilan etti. İçte de siyasi partilerin hepsini kapattı.

  Askeri hükümet, 1959 yılında Asuan Barajı'ndan istifade etmek için Mısır ile bir anlaşma yaptı.

  1969 yılında, Sudan'da iş başında bulunan askeri idare işbaşına geldiğinden beri, geçen 11 yıl içinde pek bir şey yapamadığından, ülkede yeni bir ihtilal yapılarak sosyalist düzen kurmak isteyen subaylar idareyi ele aldılar.

  1971 yılının Temmuz ayında komünist subaylar, sosyalistlere karşı bir ihtilal hareketine girişerek, ancak üç gün kadar Sudan'a hakim olabildiler. Üç gün sonra, eski ihtilalciler mukabil bir darbe ile komünistleri işbaşından uzaklaştırıp tekrar idareyi ellerine aldılar. 1969 yılından beri iktidarı elinde tutan Cafer En-Numeyri yine başkan olarak Sudan'ı idare ettirmektedir.

Somali Cumhuriyeti


  Halkının hepsi Şafii mezhebine mensup Müslümanlardan olan Somali cumhuriyetinin kuzeyinde Aden körfezi, doğusunda Hint Okyanusu, güneyinde kısmen deniz ve kısmen Kenya, batısında da Kenya ve Habeşistan devletleri bulunur. Hükümet merkezi Mogadişu şehri olup, resmi dili İngilizce, İtalyanca ve Arapça'dır.

  Somali devletinde İslam dini, 7. yüzyılda yayılmaya başladı. Bu yüzyılda kurulan Zeyla (Zeila) sultanlığı, önce küçük bir İslam devleti iken, sonraları büyüyerek 13. yüzyılda Adul İmparatorluğu adını aldı.

  Bu imparatorluğun en kuvvetli hükümdarı olan İmam Ahmed bin İbrahim Gazali (1528-1543), Habeşistan'ı sıkıştırdığında, Habeşistan hükümdarı Portekizlilerden yardım istedi. 1541 yılında, Portekizliler ile Habeşistanlılar, Adul İmparatoru İmam Ahmed'i mağlup ederek Habeşistan'ın rahat bir nefes almasını sağladılar.

  İmam Ahmet, 1453 yılında vefat edince, imparatorluk dağıldı. Zeyla ve diğer yerler Yemen'in idaresine geçti. Ülkenin alt kısımları Zengibar'a tabi oldu. İç kısımlarda da ufak tefek Somali beylikleri kuruldu.

  1839 yılında İngilizler, Aden sömürgesini kurunca, Yemen'le, daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu'na ismen bağlı olan Zeyla ve Tajora hakimleri ile bir anlaşma yaptılar. 1869 yılında Süveyş Kanalı açılınca, Kızıldeniz'in Hint Okyanusu'na açılan bu boğaz kısmı önem kazandı. O zamanki Mısır hıdivi İsmail Paşa, Sudan'a bir ordu göndererek, Kisimaio'ya kadar bütün Somali sahillerini işgal etti. İngilizler, Aden'in karşısında bu yerlerin işgalini mecbur tanıdılar.

  1811 yılından sonra Sudan'da çıkan Mehdi isyanının yayılması karşısında Mısır, Somali'den çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada İngilizler, Somali'deki kabileler ile anlaşmalar yaparak kuzey Somali'yi idareleri altına aldılar. Fransa da, 1885 yılında Tajora sultanı ile bir anlaşma yaparak Fransız Somalisi'ni kurdu.

  1880 yılından beri Somali'de gözü olan İtalyanlar ise, Zengibar sultanı ile bir anlaşma yaparak Hint Okyanusu kıyılarındaki Mogadişu ve diğer Somali şehirlerini himayeleri ve kontrolleri altına aldılar. Sonra, bu bölgedeki Somalili liderle de anlaşarak İtalyan Somali'si kurdular.

  1899 yılında Somalili Muhammed bin Abdullah Hasan adındaki bir lider, Somali'deki sömürgecilere karşı ilk isyan bayrağını çekerek istiklal davası uğrunda uzun mücadelelere girişti. Bu mücadele, tam 21 yıl kadar sürdü. 1920 yılında Muhammed bin Abdullah Hasan, nihayet mağlup edildiği zaman, her Sudanlının kalbinde vatan aşkı ve istiklal ve hürriyet sevgisi uyanmıştı.

  1939 yılında İkinci Dünya Savaşı çıktığında, Habeşistan'daki İtalyan kuvvetleri, bütün Somali'yi işgal ettiler. Fakat iki yıl sonra İngilizler, İtalyanlardan Somali'yi geri aldılar. Böylece İtalyan ve İngiliz Somalisi, İngiliz askeri idaresi altına girerek birleştirildi.

  1950 yılında Birleşmiş Milletler, İtalya Somalisini himayesi altına almasına rağmen, burayı yine İtalyanlar idare etmeye başladılar. İngiliz Somalisi de İngiltere'nin elinde kaldı. Her iki Somali, sömürgeci milletlere arzu ettikleri menfaatleri temin etmediklerinden, 1960 yılında mecburen birleşerek bağımsızlığına kavuşturuldu. Ve aynı yıl içinde Somali Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere üye oldu.

Sierra Leone Devleti


  Sierra Leone cumhuriyeti, Batı Afrika'nın deniz kıyısındadır. Kuzeyinde ve doğusunda Gine, güneyinde Liberya ve batısında Atlas Okyanusu vardır. Başkenti Freetown şehri olup, resmi dili İngilizcedir. Ancak halk, Mandi ve Temni kabilelerinin dilleri ile konuşur. Ülkenin yüzde 65'i Müslüman olup, Maliki mezhebindedir.

  Sierra Leone cumhuriyetinin tarihi yoktur. Yalnız, Sierra Leone bölgesi, 18. yüzyılda Futah İslam devletinin bir bölgesi idi. Sierra Leone devletinin hakkında bilinen bilgi, 18. yüzyıldan itibaren başlamaktadır.

  Sierra Leone devletinin bulunduğu bölgeye 1462 yılında ayak basan Portekizli kaşif Pedro Sintra, bu bölgeye Sierra adını verdi. Ondan sonra Portekizliler ve İngilizler burada, köle ticareti yapmaya başladılar.

  1787 yılında İngilizler, Sierra bölgesinin ıssızlığını gidermek için buraya beş yüz kadar siyahi ve Avrupalı getirdiler. Böylece Sierra'da bir müstemleke kurdular.

  1791 yılında, Sierra'nın nüfusunu artırmak için buraya tekrar binden fazla siyahi getirdiler. 1807 yılında İngiltere, köle ticaretini yasaklayınca, İngiliz gemicileri, ellerindeki köleleri buraya getirip bıraktılar. Böylece o zaman ülkenin tek şehri olan Freetown'da, nüfus süratle artmış oldu. Ve çeşitli milletlerden bir halk tabakası meydana geldi. Bu tabaka zamanla melezleşti.

  1873 yılında İngilizler, Sierra Leone'nin iç kısımlarındaki Kalafa denilen İslam bölgesini işgal ettiler. Buna karşılık Fransızlar da Futahjalon'daki Timbo İslam bölgesini ele geçirdiler.

  1898 yılında İngiltere, Fransa ile anlaşar Sierra Leone bölgesini idaresi altına aldı. Bundan sonra, Sierra Leone halkı, ayaklanmasın diye ülkeyi on dört bölgeye ayırdılar. Her bölge bir kabile reisi idaresi altında idi. Bu reislere ülkenin idaresinde ihtiyarlar meclisleri de yardımcı oldular.

  Zamanla Sierra Leone ülkesine dışarıdan gelenlerin tahsil gören çocukları, ülkenin idaresini ellerine aldılar. Bu zümreye Kreoles deniliyordu.

  1956 yılında, kendisini köylüden üstün sayan ve onlara karşı vurdum duymaz bir şekilde davranan Kreoles'e karşı köylüler ayaklanarak birçok haklar elde ettiler.

  Sierra Leone, 1961 yılında bağımsızlığını kazanarak, İngiliz Milletler Topluluğu'na katıldı. 27 Eylül 1961 tarihinde de Birleşmiş Milletler'e üye oldu.

  Bugün Sierra Leone'de on üç kabile vardır. Her kabile ayrı bir dil konuşur. Müslümanlar çoğunlukta olmalarına rağmen, kültürce kasten geri bırakıldıkları için idare adamlarının çoğu Hristiyanlardandır. Meclisinde yirmi iki üye olup, bunlardan ancak beş tanesi Müslümandır.

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Huzursuz Bacak Sendromu


  İlk defa 17. yüzyılda adı konulan Huzursuz Bacak Sendromu, oldukça çok görülen ve uyku bozukluğuna yol açan bir hastalıktır. Bacaklarda rahatsız edici hisse karşı önlenemez bir hareket etme ihtiyacı vardır. Genellikle dinlenirken semptomları görülür ve hareket edince ortadan kalkar. İdyopatik ve semptomatik olarak ikiye ayrılmakla beraber en sık görüleni idyopatiktir. Bu hastaların birinci dereceden yakınlarının %50'sinden fazlasında bu rahatsızlık vardır.

  Belirtileri şu şekildedir;

  •  Bacaklarda rahatsız edici his ve hareket etme isteği
  •  İstirahat sırasında bu durumların artışı 
  •  Hareket halindeyken bu hislerden sıyrılmak

Her iki bacakta da, bazen tek bacakta çok nadir de olsa bazen sadece kollarda bulunur. Bazen ise herhangi bir his olmamasına rağmen sadece ayakları hareket ettirme isteği mevcuttur. Diğer rahatıszlıklardan farkı hareket halinde değilken bunların yaşanmasıdır. Geçici bir kurtuluş olarak sert bir zemine vurmak yahut ayakları ovuşturmak yardımcı olabilir. Hastalığın ileri boyutlarında gündüz de ortaya çıkar. Ciddi anlamda uykuyu olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Bazen uyanıp semptomlar giderildikten sonra uykuya dalma görülebilir.

  Huzursuz Bacak Sendromu tedavisine gelecek olursak eğer;

  Öncelikle bu hastalar kafein ve alkolden kesinlikle uzak durmalıdır. 

  Altında yatan sebep bulunursa tedavisi de daha verimli olacaktır. 

  Tedavisi ilaç tedavisi şeklinde olur.


No Poo Nedir?



  Yurtdışında şampuanlara karşı ''No Poo'' akımı çığ gibi büyüyor. Bu kişiler şampuan ve sabun kullanmıyor. Temizlik için sadece su, karbonatlı su ve elma sirkesi tercih ediliyor.

  İngiltere'de bir güzellik uzmanı, 2 yıldır şampuan kullanmaması sonucu saçlarının çok daha kaliteli ve sağlıklı olduğunu belirterek bu tartışmayı başlattı.

  No Poo hareketinin üç temel inanışı var. Birincisi, şampuan nüfuz etmemiş saçların uzun dönemde kendi kendini temizlediği savı. İkincisi, doğayı korumak adına birçok kimyasal bulunduran şampuandan vazgeçilmesi. Üçüncü sebep ise yüksek fiyatlara sahip saç bakım ürünlerinin cebi zorlaması.

  İnternet ortamında deneyimlerini aktaran kullanıcıların belirttiklerine göre; İlk hafta saçlar yağlı gözüküyor. Bunun önüne geçilmesi için soğuk duş tavsiye ediliyor.

  İkinci hafta birinci haftaya göre daha iyi olsa da saçlar yine de bakımsız gözüküyor.

  Yaklaşık 1 aydan sonra ise saçlar artık hiç olmadığı kadar sağlıklı ve iyi gözüküyor.

  Bu şekilde kimyasal maddelerden arınmakla kalmıyor saç bakım ürünleriyle hedeflediğiniz sağlıklı, kaliteli ve estetik görünüme sahip oluyorsunuz.

Vajinismus Nedir?



  Vajinismus; kadın cinsel eylemine izin vermeyecek şekilde vajinal kaslarının kasılmasıdır.

  Türkiye'de yaklaşık olarak %10 dolaylarında kadın bu rahatsızlığı yaşamaktadır. Öyle bir sıkıntı ki, sadece kadına ait rahatsızlık olmaktan çıkıp, çiftleri çaresiz hissettiren, ilişkilerini bozan, bazen de evlilik hayatını sonlandırmaya kadar götüren ciddi bir problemdir. Bu kadar ciddi olmasına karşın Vajinismus'un tedavisi çok basittir. Tedavisi %100 mümkündür. Aynı zaman da kolaydır.

  Vajinismus'un temelinde performans anksiyetesi yatar. Çünkü performans anksiyetesi yaşayan bir kadın her seferinde ben yine başaramayacağım, ilişkiyi gerçekleştiremeyeceğim korkusu taşır. Ve bu korkuyla yatağa girdiğinde olumsuz düşünceler, olumsuz duyguları meydana getirir. Olumsuz duygular da kaçınma davranışını tekrar ettirir. Tek sebebi bu olmamakla birlikte performans anksiyetesi, vajinismus hastalığını ciddi anlamda tetiklemektedir. Rahatsızlığınız bu duruma bağlı ise mutlaka bir cinsel terapiste gidiniz.

  Vajinismus'u asla bir kader olarak görmeyin.

  Aslında vajinismus için hastalık yerine problem ifadesi kullanmalıyız çünkü problem %95 psikolojiktir. Ön sevişmede herhangi problem çekmeyen bireyin, cinsel ilişki esnasında gerilmesi, kasılması, endişe duyması durumudur.

  Cinsel bilgi eksikliği, cinselliğin yanlış algılanması, katı ahlak kuralları gibi çevresel nedenlerle kadın bilinçaltında oluşan yanlış düşüncelerin vuku bulmasıyla vajinismus oluşur. %5'de olsa anatomik kaynaklıdır.

  Bir an önce tedaviye başlamak çift açısından çok önemlidir. Ertelemek ilişkileri bozacaktır. Siz istedikten sonra çok kolay çözüme ulaşılabilecek bir problemdir vajinismus.

 
 

 

 

 

 

Mustafa Sibai Kimdir?


  Suriyenin Humus kentinde 1915 yılında doğan Sibai tanınmış bir ailenin çocuğuydu. Bir çok bilgini yetiştiren bu aile Suriye'de olumlu etkinliğiyle dikkatleri çekmiştir. Humus'un Camii Kebir'inde hatiplik görevini yürüten dedesi ve babası, Suriye'de böylece büyük bir ilim çevresinin üyeleri olarak küçük Sibai'nin geleceğini belirleyen ortamı da hazırlamışlardı. Babası çeşitli mezheplere mensup bu bilginlerin geleneksel münakaşa ve münazaralarını, bir ilim adamının ihtiyaç duyacağı muhakeme ve ilgi alanını belirlemek için, küçük Sibai'yi bu kültür eğitiminin içinde bulundurmaya özen gösteriyordu. Babası Haseni Sibai, özgürlük savaşlarında Fransızlara karşı kahramanca karşı koymuş, ulusal bilincin, gerçekte nereden kaynaklanması gerektiği, hangi düşüncelerin ve inanışların yönlendirilmelerine terkedilmesi konusunda alabildiğine yararlı örnekler verdi. Küçük Sibai'nin değişik siyasal ortamda bu ahlaki özellik ve mücadele karakterini, İslam dünyasının ihtiyaç duyacağı bir kültür birikimi desteğinde uygulamaya koyacağı muhakkaktı.

  Kur'an'ın hayata yön veren biricik fitri kaynak olduğuna inanmış bir ailenin ve babanın çocuğu olarak Sibai, eğitimine Kur'an'ı ezberleyerek başladı. Çocukların geleceklerini belirleyen ilk eğitimini babasının öncülüğünde yürüten Sibai, Mesudiye ilkokulunu bitirip Şer'i liseden diploma aldığı yıl tarih 1930'u gösteriyordu. Birincilikle bitirdiği bu lise yaşamı, bitmez tükenmez bir enerjinin harekete geçirdiği bu genç delikanlıyı hocalarına ve arkadaşlarına sevdirirken, arasıra babasının yerine Cami-i Kebir'de hutbe okuması da, reddedilmesi mümkün olmayan bu yeteneği dolayısıyla da halkça sempatiyle karşılaşnmasına yol açacaktı.

  Liseden sonra 1933 yılında Mısır'ın El-Ezher'ine kaydını yaptırdığı zaman hiç kimse üniversitenin Fıkıh bölümüne kaydını yaptırıp, en kısa zamanda bitiren, sonra da Usulünddin Fakültesine devam eden bu öğrencinin zekası ve ilim iştilakiyle ilgili bir tahminde bulunabilmiş değildi. Gerçi hocaları, öğrenci arkadaşları tahminleri davet eden bir kişiliğin karşısında bulunduklarını anlamış, ona büyük ilgi göstermişlerdi. Bu büyük ilginin sonucunda İslam Kadifikasyon ve tarihi konusunda doktorasını yaptı. ''İslam Hukukunda İslam'' kitabı ile doktorasını yaptı. İlim heyetince alabildiğine ilgiyle karşılanan bu eser, Sünnet tarihinin yanı sıra sünnete karşı saygısızca tavır alanların, gerçekte bu saygısızlıklarının nereden kaynaklandığı, karşı tavırlarını yönlendiren itici gücün ne olduğunu belirlemektedir. Sünnetle ilgili çalışmalarda bulunanların ellerinden düşürmediği bu eserin günümüzde de canlılığını sürdürmüş olması, yazarın konuları işleyişindeki yetkinliğine ve olgunluğuna borçludur dense yeridir. Bir çok yazar ve düşünür tarafından İslam kültür tarihi içinde, alanında benzersiz olarak takdim edilen bu eser, yazarın en dikkate değer eseri olarak fonksiyonunu icare etmeyi sürdürmektedir. Eğitimin hayatımızda tuttuğu yerin anlamını pratik yaşamında da gösteren Sibai, Humus'taki hocalık görevinden sonra Şam'da, devlet eğitiminin yetersizliği ve amacından saptırılışı dolayısıyla özel bir lise açtı. Yönetimini İslam uygarlığı derneğine verişi dolayısıyla, bu lisenin adı İslam Arap Koleji oldu. Bu kolejin ilk müdürü olan Sibai, Suriye'nin kültür hayatında alabildiğine etkinliği olacak bir çok genç aydının yetişmesine öncülük etti. Kolejin olumlu faaliyetleri Suriye'nin diğer kentlerinde de aynı standartta okulların açılmasına neden oldu.

  1950 yılında Şam Üniversitesinde profesöz ünvanını alan Sibai, üniversitenin hukuk fakültesine öğretim üyeliğini sürdürdü. Daha sonraki yıllarda aynı üniversiteye bağlı olmak kaydıyla bir Şeriat fakültesi kurma çalışmalarına giren Sibai, karşılaştığı büyük engellere rağmen 1955 yılında sözünü ettiğimiz bu fakültenin kurulmasını sağladı. İlk dekanlığını da üstlendiği bu fakülte daha sonra Suriye'nin İslami yönelişlerinde olumlu ve vazgeçilmez etkinlikleri bulunduğunu gösterecekti. Aynı fakültenin bünyesi dahilinde İslam Fıkhı Enstitüsü'nü kuran Sibai, öğrencilerin sadece kuru bilgilerle yetinmelerinin bir anlam ifade edemeyeceği gerçeğinden yola çıkarak, bu bilgilerin yanısıra, bilgileri diri tutacak ruhun, arayışın ve mücadelenin de bulunmasını sağlayacak bir ortamın hazırlanması konusunda da öğrencilere önderlik etti.

  Bu ara yayın hayatıyla da sorumluluklarını yerine getirmekten geri kalmıyordu. Yayınladığı ''El-Menar'' gazetesi okuyucular tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, günlük yazıları hararetle izlenmiştir. 1949'daki ihtilal gazetenin kapanmasına yol açtı.

  Daha sonra arka arkaya ''El-Şihab'', ''El-Müslimun'', ve ''Hadarat-ül İslam'' dergilerini yayınlayan ya da yayınında etkinliği olan bu dergilerde, İslami gerçekleri ciddi bir espriyle ele almaya çalıştı.

  İlmi heyetlere başkanlığı dolayısıyla Türkiye'nin yanısıra çoğu batı ülkelerine gezilerde bulundu.

  Filistin savaşında Suriye'yi baştan aşağı dolaşarak, mücadele ruhunun ne demeye geldiğin ortaya koydu. Savaşta doğrudan doğruya kendisinin de bulunmuş olması, cephelerde savaşmış olması, onun düşüncelerinin daha sıcak bir ilgiyle karşılanmasına neden oldu.

  Mısır'da faaliyetlerini yoğunlaştıran ve Hasan El-Benna liderliğinde giderek gelişen ''İhvan el-Müslimin'' teşkilatını başlangıçta izleyen ve benzeri bir dernekle girişimlerini destekleyen tutumu, daha sonra Benna ile kurduğu samimi ilişkiler dolayısıyla daha sıcak bir bağlantıya dönüşmüştür. Suriye'de yönetiminde etkinliği olan derneğin adını Müslüman Kardeşler olarak değiştiren Sibai, artık bu teşkilatın Suriye'deki şubesinin faaliyetlerini denetleyecek ve Benna ile uzun sürecek bir ilişki ve bağlantı dönemine girecekti.

  Suriye'deki teşkilatın kendi belirlemelerine göre, diğer ülkelerdeki teşkilatlardan da daha büyük bir fonksiyon icra etmesi yadırganacak bir konu olmasa gerektir.

  Sibai hayatının sonlarına doğru bir sürü kitap, bir çok alanı kapsayan çalışmalaryla geleceğe kendisini rabtederken, bir tarafına felç gelmesini önleyebilmiş değildi. Buna rağmen çalışmalarını sürdürmüş, sorumluluğun çeşitli biçimlerde ve ortamlarda sürdüğünü ortaya koymuştur. 1964 yılında vefat ettiği zaman sevenlerinin ne denli çok olduğunu göstermişti.

  İslam dünyasının çeşitli yörelerine dağılmış bulunan müslüman bilgin ve eylem adamlarınca vefatı üzüntüyle karşılanan Sibai'nin geride bıraktığı çalışmaları, aramızda yaşayan en büyük yanıdır. Mevdudi, Nedvi, Muhammed Ebu Zehra, Malik Binnebi, Mustafa Zerka çeşitli yayın organlarında onunla ilgili yazılar yayınlanmış, ölümünün nice doldurulmaz bir boşluk meydana getirdiğini ifade etmişlerdir.

Senegal Cumhuriyeti


  Başlıca Tuvarık, Fulani, Volof, Mandingo ve Berberi kabilelerinden meydana gelen ve halkının yüzde 25'i şehirlerde oturan Senegal Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Moritanya, doğusunda Mali, güneyinde Gambiya ve kuzey batısında Atlas Okyanusu bulunur.

  Senegal Cumhuriyeti'nin başkenti Dakar şehri olup, ülkenin halkının yüzde 95'ini Maliki mezhebine mensup Müslümanlar teşkil etmektedir. Resmi dilleri Fransızca olmakla beraber, ülkede Arapça ve yerli dilleri de konuşulur.

  Senegal kelimesinin, kuzey Afrika'daki Sanhaca Berberi kabilelerinin isminden gelme olduğunu iddia edenler vardır. Eğer bu iddia doğru ise, İslam dininin buralarda 7. yüzyıldan itibaren yayıldığını söylemek doğru olur. Murabıtlar devletinin kuruluş hareketinin 1040 yılında aşağı Senegal bölgesinde başladığı tarihen sabittir.

  13. ve 14. asırlarda Senegal, Mali İmparatorluğu'nun bir parçası idi. Bu imparatorluk yıkılmadan önce Senegal bölgesini içine alan bir Joloj İmparatorluğu kuruldu.

 15. yüzyılda Portekizliler, Verde Burnu'na gelerek içeri girmek istedilerse de, halkın tepkisi karşısında geri dönmek mecburiyetinde kaldılar.

  1626 yılında Fransızlar, Senegal Nehri'nin ağzında ilk sömürgelerini kurdular. Fakat 1758 yılında İngilizler, Fransızların bu sömürgesini işgal etmeye muvaffak oldular. 1770 yılından itibaren Tukulor, Senegal'deki Fulbi kabileleri arasında İslamı yaymaya çalışarak 1776 yılında Fulbilerin tamamen Müslüman olmasına vesile oldu. Ve burada 1890 yılına kadar yaşayan bir devlet kurdu.

  1783 yılında Senegal, İngilizler tarafından Fransızlara devredildi ise de, bir müddet sonra İngilizler tekrar burasını zaptettiler.

  1817 yılındaki Paris Anlaşması gereğince Fransızlar, Senegal'i tekrar aldılar. Ve 1885 yılına kadar sahil kenarlarında kaldılar. Sonra bölgenin iç kısımlarına doğru ilerleyerek, sömürge hudutlarını genişlettirler. 1860 yılında Fransa, Senegal'de kendine mahsus bir idare düzeni kurmuştu. Bu düzeni devam ettirmek için 1924 yılında ülkeyi parçalama politikasını güttü. Bunun sonucu olarak Senegal'de Dakar bölgesi diye bir bölge ihdas etti.

  İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1946 yılında Dakar bölgesini Senegal bölgesi ile birleştirmek mecburiyetinde kalan Fransa, 1947 yılında seçim yaptırarak mahalli bir meclis kurdu. On yıl sonra da, yani 1957 yılında da Senegal'de ilk defa bir hükümet kurulmasına müsaade etti. Bu hükümet, 1958 yılında Fransız Milletler Topluluğu'na girdi.

  Senegal, 1959 yılında Mali Cumhuriyeti ile birleşti ise de, iki ülkenin idarecilerinin anlaşamaması sonunda, 1960 yılında birlik bozuldu. Ve Senegal, bağımsız bir devlet oldu. Aynı yılın 28 Eylül'ünde Birleşmiş Milletler'e üye oldu.

  1962 yılının cumhurbaşkanı, kendisi ile iktidar kavgası yapan başbakanı hapseder, Senegal'de cumhuriyetin devamını sağladı. 1981 yılının Kasım ayında Senegal, komşu ülke Gambia ile birleşerek bir federasyon oldu. Yeni federasyonun adı Senegal oldu.